23. Bölüm

259 29 31
                                    

Ne bir sondur yaşananlar ne başlangıç, dünyanın kaderi sadece umutla çiziliyor.
-Claude Kropper-

İstilacılar çevrelerini sarmışken Kızıl Anka'nın bir şey yapamıyor olması büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı gençlerde. Eski ve küf kokulu bir kamyonun kasasında İstilacılar'ın Dallas'daki inine götürülüyorlardı. Yan yana oturmuş ellerini başlarının üzerinde tutuyorlardı. Esmer, iri göğüslü ve keskin bakışlı bir kadın tarafından gözetime alınmışlardı. Bir kaç deneme sonrasında kadının Türkçe bilmediğini anlamışlar ve inatla ingilizce sorulan sorulara Türkçe küfürlerle karşılık vermişlerdi. Deniz tam zamanında kaçmayı başarmıştı, onlar nerede olduğunu bilmiyordu fakat o ilk fırsatta, ilk uçakla Türkiye'ye uçup üslerine haber vermek için yola çıkmıştı. Kıyafetleri ve çantaları aramalarına rağmen ustalıkla gizlenmiş kulaklıkları ve çantadaki tab4'leri bulamadılar. Bir süre sonra konuşmaya çalışmaktan vazgeçmişti kadın, sessizce elleriyle oynuyordu. Adil onlarla iletişime geçti hemen.

"Çocuklar, neler oluyor?"

Poyraz mikrofona konuştu. Elini her ihtimale karşı düğmenin üzerinde tutuyordu.

"Yakalandık. İstilacılar'ın elindeyiz."

"Anlaşıldı." dedi Adil mekanik bir sesle ve Kızıl Anka Timi'ni kırmızı alarmla acil bir toplantıya çağırdı. Poyraz üç kere daha Adil'e seslense de Adil hattan ayrılmıştı.

"Bizi bıraktılar mı?" dedi Mehmet hüzünle. Kuvvetli çocuk aniden dolan gözlerine söz geçirememişti. Poyraz da ondan farklı değildi. 

"Kurtulacağız dostum. Anka verdiği sözü tutar."

Mehmet ilk defa uzaklara daldı. Poyraz artık onun ne düşündüğünü anlayamıyordu.   

"Kahretsin." diye mırıldandı Yeşim. Kamyon sallanarak ilerlemeye devam ediyordu ve hepsi de allak bullak olmuş bir psikolojiye sahipti. Ne yapacaklardı? Güçlendirilme deneyine mi maruz kalacaklardı? Türlü işkencelerle sorguya mı alınacaklardı? Belirsizlik insanı daha fazla korkutur. Emin olun, bir kurdun sizi arkadan kovalaması, ormanda sizi gizlice izlemesinden daha ürkütücü olamaz. 

Gecenin karanlığında ilerleyen tırlar ve kamyonlar aniden durdu. Nereye geldiklerini bilmiyorlardı. Titrek ay ışığı ve kamyonların pörtlek ışığının aydınlattığı çevresi açık bir alanda eski bir fabrika fosili bulunuyordu. Eski ve ürkütücü demir yığınının önünde biriken devasa kirli su birikintisi bir karadeliği andırıyordu. 

"Şimdi ne olacak? diye fısıldadı Merve kalbini dolduran korkuyu bastırmaya çalışarak. Çatlamak üzere olduğunu hissediyordu. Merve'ye cevap vermeye zamanları olmadı. İstilacılar onları indirerek fabrikaya soktu. Yeşim'i çenesi durmuyordu.

"Bizi nereye getirdiniz?" 

Kolundan tutan adam garip garip bakmakla yetindi. İlerlemeye devam ettiler. Yeşim soru sormaya tekrar kalkışınca İstilacı dayanamadı ve Yeşim'in tişörtünü karnından göğüslerinin altına kadar yırtıp kızın ağzına bağladı. Yeşim bir an tecavüze uğrayacağını sanarak tepinmeye başladıysa da kollarını tutan diğer İstilacı ağzının bağlanmasından sonra sol kolunu bıraktı. Yeşim'in düşünmeye fırsatı olmadan diğeri kolunu tuttu. 

Mehmet'i öyle bir şekilde bağlamışlardı ki çocuk kollarını kıpırdatamıyordu. Üç kişiyi bir güzel pataklasa da İstilacılar onu bir şekilde zapt etmeyi başarmıştı. Sonra da hepsini daracık bir hücreye beraber tıktılar.

"Sorgu yarım saat sonra." dedi İstilacı ve dönüp gitti. Merve Mehmet'in kolunu çözdü ve kanayan ellerini peçeteyle silmeye başladı.

"Sağ ol Merve." dedi Mehmet. Gülümsemeyi denemiş ve başaramamıştı. Biliyordu ki Merve hepsinden daha fazla korkuyordu. Gözlerini kaldırmış ve Mehmet'e dikkatle, umut için yalvarırcasına bakmıştı.   

Zaman Yolcuları [ZAS -2] (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin