40. Bölüm

224 25 22
                                    

Anne..

Elektra yıkılmamak için kendini zor tutuyordu. Karşısında gördüğü kadın, yıllarca babasının sandığında duran eskiz çizimin yaşlanmış haliydi. O çizimi saklıyordu hala. Her şeye rağmen unutamadığı bir olaydı babasının yağmurlu bir günde kurşuna dizilmesi.   

Şimdi annesi bir cadı olarak itham ediliyordu. Nefesi kesildi. Kadının buruş buruş yüzüne odaklanırken başı döndü. 'Tanrı aşkına.' diye mırıldandı. Ne kadar değişmişti öyle. Gözlerinin altında oluşan torbalar birkaç gündür uyumadığını gösteriyordu. Bir zamanlar baş döndüren güzel yüz, umutsuzluk ve kederin karanlık izleriyle gölgelenmişti. 

Kalabalık daha da acımasızdı. Meyve kabukları, çamur, ellerine ne geçiyorsa fırlatıyorlardı kadına. Elektra daha fazla dayanamadı, hıçkırarak koşmaya başladı.

Alejandro ve Fransuva da peşinden koşmaya başlayınca Yeşim'in aklı başına geldi.
"Bu işte bir iş var. Kızı takip edelim." dedi. Sonra onlar da koşmaya başladı. Tam da soluk soluğa kalmışken bir elma tezgahına çarpmaktan son anda kurtuldu Elektra ve tökezleyip dizlerinin üzerine çöktü. Saçları gözyaşlarının akmasını önlemek istercesine yüzünde dağılmıştı. Merve hemen kızın yanına çöktü.

"Elektra?" diye usulca fısıldadı. Kız içli içli ağlamasına son verdi. 

"Annemi buldum." dedi hıçkırarak. "Fakat lanetli bir gün doğumunda tekrar kaybedeceğim."

O an kimse bir tek söz bile edemedi. Bu kız bir paradoksun ilk parçası olmalıydı. Yoksa karşılarına neden çıksındı ki? Ayrıca asıl görevleri olan kaçakçılık planlarıyla ilgili daha bir tek bilgi bile bulamamışlardı. Buna rağmen Poyraz kıza acıyordu.  

Peki kadını kim, hangi gerekçeyle tutuklamıştı? Bunu öğrenmeleri belki bulmacayı çözmelerine yardımcı olurdu.

"Sana yardım edeceğiz." dedi birden bire Poyraz. Elektra gözyaşlarıyla parlayan gözlerini çelik mavisi gözlere dikti. İyice kısıldığından gözlerin parıltısı ince bir safir şeridi gibi görünüyordu.

"Nasıl?" diye sordu Elektra. Poyraz Mehmet'e baktı. Mehmet kafasında bir plan kurmaya başlamıştı bile.

"Anneni kaçıracağız." dedi Poyraz buz gibi bir sesle. "Aynı anda şansımız yaver giderse kaçakçıları da buluruz."

Mehmet planını anlattı.   

☆☆☆☆

Sirk çadırı oldukça renkli görüntüsüyle bütün şehrin ilgisini idamdan daha çok çekmiş olmalıydı. İdamın tatsız seremonisinden sonra insanlar gelip sirki izleyecekti. Elektra o gün ateşle oynayamayacağını biliyordu. Buna rağmen o gece oradan kurtulması gerektiğinin de farkındaydı. Silindir şapkalı, sıradan görünümlü bir adam, bembeyaz dişlerini göstererek sırıttı.

"Merhaba güzel bayan. Sirk sahibiyle birazcık sohbet etmek istiyorum. Kendileri müsait mi acaba?" 

Elektra Kane'i tanıdı. Biraz ürkse de perdeyi açtı. 

"Mr. Beast, bir ziyaretçiniz var."

Kane çadıra girdiğinde ilk dikkatini çeken tütünle karışık kekik kokusu oldu. Çadırda bir sürü hayvan heykelciği vardı. Anlaşılan adam bu tür şeylere karşı takıntılıydı. Karmaşık gibi görünse de her şeyin bir düzeni vardı çadırda. Küçük bir rahle, İncil ve benzeri kitaplar dizilmiş portatif bir kitaplık, mumlar, yastık ve minderler. Yerde sade bir hasır.  

Sonra Mr Beast'a baktı. Tombul ve çirkin bir adamdı gördüğü. Sakal denebilecek birkaç sarımtırak tüy dışında bebek gibi bir yüzü vardı. Tombul, çirkin bir bebek yüzü. Küçücük gözleri suratının tombulluğunda kayboluyordu.

Adam irkilerek karşısında dikilen ifadesiz kahine baktı.

"Sen de kimsin?"

Kane minderlerden birine teklifsizce oturdu.

"Seçilmiş bir kahinim ben, geleceği gören ve ona hakim olan.. Sana gönderilme nedenim de bir kızla ilgili. Ateşin İçindeki Kız. Elektra."

Beast sarardı. Kahin onu biliyordu. Lanet okumaya başladı içinden. Kane onun kanı çekilmiş suratına bakarken gülümsemekten kendini alıkoyamadı. 

"Sen lanetlendin. Tanrı seni huzuruna bile kabul etmeyecek. Toparlan ve git buradan."

Kane usulca çadırdan çıkarken yüzünde tatmin olmuş bir gülümseme vardı. O çıktıktan birkaç dakika sonra, Mr Beast kalbinde bir ağırlık hissetti. Aniden yere yığıldı. Nefesi kesilmişti. Ruhu artık çirkin bedeninde değildi.

Kulenin burçları altında toplanan üç kız, bir kadını kaçırma planları yapıyorlardı. 

"Saat gece yarısını bulmak üzere." dedi Yeşim. Elinde daha önceden çaldığı mahzen anahtarları vardı. Daha doğrusu anahtarları ona Brave getirmişti. Kız kartalı görünce çok şaşırsa da, işlerini kolaylaştırdığı için Claude'e minnet duymuştu. Kızlar yavaş yavaş şatoya kaydılar. O gece dolunay vardı, normal olmayan bir parlaklığa sahipti dolunay. Demir kapı aralıktı ve hendek köprüsü halatları arızalı olduğundan açıktı. Sessizce kaleye ilerlediler. Merve Yeşim'in elini sıkı sıkı tutuyordu. Aralık kapıdan karanlığa girdiler ve sağ tarafta asılı meşalelerden birini kaptılar. Kalenin planını biliyorlardı, uzun bir koridorun olduğu sağ tarafa saptılar. Koridorun sonunda bir mahzen ve silah deposuna inen iki merdiven vardı.
"Hangisiydi?" dedi Merve. Yeşim soldaki merdiveni tercih etti. Tahtalar çürümüştü ve sağlam basmaları gerekiyordu. Örümcek ağları uzun zamandır girilmemiş olduğuna işaret ediyordu. Yeşim durdu.

'Yanlış merdiven'

Tuzak ihtimalini kafasında tarttı, olamazdı. Kızlara döndü ve fısıldadı.

"Usulca dönün ve yavaşça çıkın. Burası değil."

En arkada olan Nergis, usulca çıkarken basamağa takıldı. Neredeyse çökeceklerdi.

"Özür dilerim." dedi usulca. Yeşim otoriter bir sesle konuştu.

"Dikkatli ol. Merdivenin çökmesini veya ayağının burkulmasını istemem. Hadi devam edelim."

Sonunda kapıya ulaştılar. Diğer merdiven betondandı ve daha sağlamdı. Kullanılıyor olduğu aşikardı. Ve eğer ahşap merdivenden devam etselerdi, hayatları boyunca unutamayacakları üç cesetle karşılaşacaklardı.

Beton merdivenin sonunda kapılar ve kilitler vardı. İnleyen bir kadın sesi duyduklarında doğru yolda olduklarını anladılar. Usulca kadının yanına ulaştıklarında, güzel bir kadının nasıl çöktüğünü net olarak gördüler. Yaşından hayli büyük gösteriyordu Marianne ve oldukça zayıflamıştı. Soğuktan ve açlıktan titriyordu. Yeşim pelerinini ona verdi. Kadın gözlerini zorlukla açarak konuştu. 

"Siz kimsiniz?"

"Yorma kendini." dedi Yeşim. "Seni kızına götüreceğiz."

Nergis ve Merve kadının koluna girerken Yeşim meşaleyi önde tutarak yavaşça ilerlemeye başladı. O sırada bir şövalye kadının durumuna bakmak için mahzene gelmişti. Kızları bir anda öylece gördü. Kızların düşünmeye veya kaçmaya çalışmaya vakti bile olmamıştı.

"Ne yapıyorsunuz burada?" diye şaşkınca sordu şövalye. Yeşim bu sefer hiçbir şey diyememenin altında eziliyordu. Şövalyenin içkili olduğu da her halinden belliydi. Alternatifler aklına geldi. Meşale ile adamı ateşe verebilirdi ya da başka bir şey.
Yalan söyleyebileceği bir durum değildi bu. Bu sefer yırtamazdı. 

Derken su sesi kadar berrak bir ses duyuldu. Yeşim bu sesi tanımıştı, içini harika bir rahatlama hissi doldurdu.

"Sir Joseph Tristan, onlar benim emrimde. Bırak da yollarına devam etsinler."
Şövalye şaşkınlıkla mırıldandı.

"Zümrüd-ü Anka" dedi hafif kendinden geçmiş bir havayla. "Madem öyle, ben sizi görmedim. Gidin hadi."

Kızlar rahatladı. Kadın dinçleşti. Hızlıca şatoya terk ettiler ve arkalarına bile bakmadılar.

Zaman Yolcuları [ZAS -2] (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin