"Sizi oraya götürecek elemanımla tanışın." dedi Adil gülümseyerek. Adam sert bir gülümsemeyle elini Poyraz'a uzattı. Poyraz ciddiyetle adamın elini sıktı. Konuşmasını bekliyormuş gibi ısrarla yüzüne bakınca adam kendini tanıtma ihtiyacı hissetti.
"Adım Deniz, 34 yaşında eski bir subayım. 3 yıldır Kızıl Anka için çalışıyorum."
Poyraz da nihayet gülümsedi.
"Ben de Poyraz. Memnun oldum abi. Bizim için önemli bir görevde yardımın lazım."
"Detayları duydum." dedi Deniz. "Akşam uçağa biniyoruz. Biletler iki dakika önce ayarlandı."
"O zaman biz de toparlanalım. Buradaki işimiz bitti." dedi Mehmet. O sırada Tuna "Ben de gitmek istiyorum." diye zıpladı. Adil bey ve Mustafa Bey hep bir ağızdan "Hayır!" diye haykırdılar. Mustafa Bey yine sözü devraldı.
"Sen ne yapacaksın orada. Seni tehlikeli bir yere gözü kapalı gönderemem oğlum."
"Ama yeteneklerim işe yarayabilir baba." diye çıkıştı Tuna. Mustafa Bey yatıştırıcı ses tonunu kullandı.
"Haklısın ama burada sana ihtiyacım var. Annene gözümün önünde çalışacağına ve yetişeceğine dair söz verdim. Gitmene izin vermiyorum."
Tuna boyun büktü. Babasına karşı çıkamazdı. Hele de annesinin hatırası gözlerinin önünde dururken. Sonrasında Adil odadan çıktı. İki dakika sonra döndüğünde elinde sırt çantaları vardı.
"Bunlar Kızıl Anka özel üretim sırt çantaları. İhtiyacınız olabilecek her şey mevcut. İletişim için özel bir mini tab4 var. Sizin iletişim ağınıza kimse bağlanamaz."
"Tamamdır. Taşı bulduğumuzda haber vereceğiz." dedi Merve. Adil gülümsedi. Buruk bir gülümsemeydi bu.
"Bol şans."
☆☆☆☆
Dallas yolculuğu sessizlikle başladı. Poyraz ve Mehmet onlara verilen dijital haritayı üç boyutlu olarak masalarına açmış, dikkatle inceliyorlar, ara sıra usulca konuşuyorlardı. Yeşim jetin penceresinden bulutlara bakıyor, aşağıdaki çayır manzaralarını tek tük görebildiği zamanları kolluyor, bu şekilde yolculuğun tadını çıkarıyordu. Hepsi o kadar konsantre olmuştu ki yaptıkları işten başka bir şey düşünmek akıllarına gelmiyordu. Deniz de onların bu haline anlam verememişti ancak takdir ediyordu. Kendisi bile, işini ne kadar seviyor olursa olsun, bu kadar dikkatli olduğunu hatırlamıyordu.
Uçak inişe geçti. Sakin bir şekilde Dallas'a indiler. Serbest giyimli iki adam onlara doğru yaklaştı. Biri sarışın biri kumraldı. Kumral olanın sevimli bir yüzü ve büyük bir burnu vardı. Gözlerinin mavisi gözlüklerinin arkasında saklıydı. Sarışın olansa kumral adamdan bir tık daha uzundu ve yeşil gözlere sahipti. Düzgün yüz hatları ifadesini sertleştirmişti. Güneş gözlüğü ise kafasının üzerinde duruyordu.
Deniz ingilizce konuşarak karşısındakileri tanıttı.
"Tanıştırayım, Kızıl Anka'dan Andrew ve Matthew. Bunlar da Türkiye'den arkadaşlarımız, ama zaten biliyorsunuz."
"Evet, elbette" dedi Matthew. (kumral olan) Ardından Poyraz delikanlının Yeşim'e gülümsediğini gördü ve sinirden kızardı. Yeşim uzatılan eli sıktı ve ciddi bir gülümseme gönderdi. Deniz konuşmaya başladı.
"Bir yere oturup yemek yiyelim. Ayrıntılı konuşuruz orada."
"Elbette." dedi Poyraz dalgın bir sesle. Yeşim onu hafifçe dürtünce kendine geldi.
"Hadi gidelim o zaman."
Sevimli bir restoran bulup pizza söylediler. Mehmet hemen bilgisayarını açıp işe koyuldu. Yan tarafından ne yaptığını anlamak için uzanan Poyraz'ın kafasını hafifçe itti. Poyraz çiğnediği lokmayı yuttuktan sonra sordu.
"Ne yaptığını söyle de biz de bilelim. Niye saklıyorsun ki?"
"Saklamıyorum Poyraz, sen dikkatimi dağıtıyorsun." dedi Mehmet sahte bir öfkeyle.
"İşle mi ilgili?"diye sordu Deniz. Mehmet çocuksu bir heyecanla gülümsedi.
"Evet. Gelişmiş bir programla bilgisayar üzerinden topraktaki radyasyon seviyesini ölçüyorum. Eğer taş bir yerde saklıysa Anka'nın bize söylemesine gerek kalmadan yerini buluruz."
"Amerikalılar niye akıl etmemiş bunu?" diye sordu Merve. Mehmet zevk dolu bir gülümseme gönderdi.
"İşte akıllıca bir soru. Bu program ve benzeri programlar yasal değil. Üstelik kullandığım program Kızıl Anka Timi tarafından geliştirilmiş."
"Ne kadar sürer peki?" dedi Nergis. Mehmet somurttu ve ekrana boş boş bakmaya başladı.
"Bilmiyorum. Bulana kadar tarayacak. Belki bir hafta sürer belki bir saat."
"Bizden önce istilacıların bulma olasılığı?" diye sordu Poyraz. Mehmet cevap vermeden önce birkaç dakika durdu.
"Yüzde kırk." dedi. Yüksek bir ihtimal olsa da aramaya devam edeceklerdi. O sırada tab4lerden sesler geldi. Adil arıyordu. Üç boyutlu cihazı açtılar.
"Selam gençler. Ne yaptınız, ulaştınız mı Dallas'a?"
"Geldik abi, buralarda şimdilik İstilacı görmedik. Pizza yiyoruz." dedi Poyraz.
"İyi aman dikkat edin. Haydutlar daha tehlikeli olabilir. Taşı buldunuz mu?"
"Mehmet şu an özel bir programla tüm Dallas'ı tarıyor." dedi Yeşim. O sırada Mehmet'in cihazı öttü.
"Mükemmel zamanlama" dedi Mehmet sevinçle. Arkadaşları ona soran gözlerle bakıyordu.
"Buraların en yakın petrol rafinesinin zemin katında korunaklı bir mahzende. Ah, çok muhteşem. İstilacılar burunlarının dibindeki radyum taşını göremiyorlar."
O sırada iki İstilacı restorana girdi. Mehmet çabucak bilgisayarı kapattı ve Adil ile kulaklıkla iletişime geçtiler. Neler olduğunu anlamadan masanın yanına gelip silahlarını doğrulttular.
"Neler oluyor?" diye sordu Adil kulaklıklardan.
"Ellerinizi kaldırın!" İngilizce verilen bu komut şüpheye yer vermeyecek kadar açık ve keskindi.
Anı Defteri'ne bakın^^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zaman Yolcuları [ZAS -2] (Tamamlandı)
Science FictionZÜMRÜD-Ü ANKA SERİSİ -2 Hiçbir insan sıradan değildir, her birinin kendine has yetenekleri vardır. Süper kahraman olmaya gerek yok, eğer kontrollü davranırsanız, dünyayı kurtarabilirsiniz. Sıradan olduklarını sanan beş genç bir gün yeteneklerinin ve...