Meydan ölüm sessizliğine bürünürken rüzgar hafif hafif esmeye devam ediyor, İstilacılar az önceki olayın şaşkınlığıyla kalakalmış, neler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Kulaklarına çalınan tiz bir sesle birer ikişer yere yığılmaya başladılar.
Direniş özel üretim süpersonik cihazları tam zamanında İstilacılar'ın omzuna yerleştirip geri çekilmişti. Bu cihaz çıkardığı sesle ve yarattığı manyetik etkiyle İstilacılar'ın beyin ölümüne sebebiyet veriyordu. Direniş bu şekilde sadece beyinlerini durdurarak yenilmez insanları yenmişti.
Nükleer santral ve MZ8 in çalınması olayını Kızıl Anka Direniş Örgütü'nün üstlenmesiyle ülkede ve dünyada politik bir kriz çıktı. Ancak Kızıl Anka düzenlediği bir basın toplantısıyla birlikte, ülkenin dünyayı tehdit etmekle bir şey elde edemeyeceğini, santralin herkes için iyi bir amaç taşımadığını açıkça ifade etmişti. İş yargıya taşınmış ve Kızıl Anka hükümete karşı girdiği davanın haklı tarafı olarak görülmüştü. Mahkeme kararıyla santral kapatıldı, yıkıldı ve Atatürk Orman Çiftliği yaklaşık bir yılda eski haline getirildi.Üsse döndüklerinde Adil elinde çikolatalı bir pasta ile geldi.
"Sizin için hazırlattım. Büyük bir görevin altından kalktınız."
Poyraz nazikçe teşekkür etti. Adil pastayı kesip tabaklara dağıtırken üssün misafir odasındaki koltuklara yerleştiler..
"Biliyor musunuz santalden bir an çıkamayacağımızı düşünmüştüm." dedi Poyraz arkadaşlarına. O sırada derin bir sessizlik çöktü. "Hani hayatın gözünün önünden film şeridi gibi geçer derler ya, benzer bir şey oldu. Ama aklıma gelen, tek bir anıydı."
"Neydi o anı?" diye yumuşak bir sesle sordu Yeşim. Sanki Poyraz camdan oluşmuştu ve onu kırmamaya özen gösterir gibi bir sesi vardı Yeşim'in.
"Dere kenarında pembe bir taş bulduğum ve onu sevdiğim kıza vereceğimi hayal ettiğim zamana gittim bir anda." dedi Poyraz. Yeşim kızardı. Devam etti Poyraz. "Babam inanılmaz kızmıştı. Nedenini anlayamadım. Ama o taşı hala saklıyorum."
Yeşim belki de hayatında ilk kez diyecek bir şey bulamamıştı. Sessiz kalmaya devam etti. Bir süre daha odadaki sessizlik ağırlaşarak çöktü.
Mehmet bilgisayarına bakmaya devam ederken bir habere rastladı. Sessizlikten sıkılmamasına rağmen odadaki ağır havayı heyecanı ile dağıtmayı tercih etti.
"Arkadaşlar, aslına bakarsanız görevimiz henüz bitmiş sayılmaz."
Bu söz Yeşim'in hızlı bir merakla ekrana yönelmesine sebep oldu. Mehmet bu hızdan ürkmüştü.
"Ne oldu Mehmet?"
"Sakin ol Yeşim, senin bu hızın beni kalpten götürecek. Her neyse. Türkiye santral ile dünyayı tehdit ediyor demiştik. Onun gücünden yararlanmak isteyen bir süper devlet olması da kaçınılmaz olmalıydı."
"Amerika'dan mı bahsediyorsun?" dedi Poyraz. Mehmet gülümsedi.
"Aynen öyle. Radyum'u enjekte ettikleri küçük bir taş var ve eğer silahı Türkiye'den alırlarsa silah bu küçük taş sayesinde santrale ihtiyaç duymadan çalışacak."
Bir an durdular. Koca bir santralin ürettiği enerjiyle çalışan bir silahın nasıl küçük bir taşla çalıştığını idrak edememişlerdi çünkü. Mehmet devam etti.
"Ancak bu taş şu anda dünyanın en değerli nesnesi olmuş durumda. Normal bir silahı da çalıştırabilir, ama bundan pek emin değilim."
Poyraz düşüncelerini dile getirdi.
"Eğer bu taş İstilacılar'ın eline geçerse silahın önemi kalmaz, Direniş'i silip süpürebilirler. Biz nasıl bu kadar kör olabildik?"
Adil konuşmaya dahil olduğunda yüzü asıktı.
"O taşı ele geçirmeliyiz. MZ-8 tamamen etkisiz hale getirilmeli."
"Peki bu taşın özellikleri neler? Mutlaka ayırt edici bir yönü vardır." dedi Yeşim. Mehmet ekrana döndü. Tuşlar ses bile çıkarmadan bilgiler ekranda belirmişti bile.
"Cam gibi kristalimsi bir yapıya sahipmiş bu yapay taş. Çok yüksek sıcaklığa gerek duymadan eriyebilir bu yüzden özel soğutucularda saklanması gerekir. Kulağa imkansız geliyor, ama öyleymiş işte. Erimesi halinde Radyum ortaya çıkar, yani oldukça dikkat isteyen bir taş olmalı."
"Belki de Amerikalılar çoktan taşı bulmuştur." dedi Merve. Mehmet düşünceli bir şekilde kafasını kaşıdı.
"Sanmam. Eğer bulmuş olsalardı, Amerika şu an ticari anlaşmazlık yaşadığı ülkeleri çoktan ortadan kaldırmış olurdu."
"Ve bu ülkelerden biri de Türkiye." dedi Nergis endişeyle. Mehmet onayladı.
"Kızıl Anka el atmazsa işler daha da karışacak gibi görünüyor."
Arkalarında beliren gölge de onlarla aynı düşünceyi paylaşıyordu.
"Evet, eğer taşı onlar bulursa bu dünyanın geleceği için epey tehlikeli olur."
Kızıl kanatlarını toparlayan Anka gülümseme benzeri bir ifadeyle gençlere bakıyordu. Gençler hayret ve hayranlıkla bir süre daha ulu kuşu süzmeye devam ettiler. Anka konuşmaya başladı ve bir anda o tuhaf etkiden kurtuldular.
"Merhaba gençler. Görmeyeli epey yol aldınız ve bu hoşuma gidiyor."
Poyraz hemen atıldı.
"Binlerce sorumuz var fakat şimdi ne yeri ne de sırası. Ayrıca eminim ki bizi dinlemek için vakit ayıracaksın. Şimdi, aradığımız taşın nerede olduğunu biliyor musun?"
Bir an Anka'nın neler olduğunu soracağını sandılar. Fakat Anka "Tabi ki biliyorum." diyerek melodi sesiyle konuşmaya devam etti.
"Oldukça güvenli bir yerde. Amerika'da. Tabi CIA ve benzeri makamlar da arıyorsa taşı işler epey karışacak demektir. Umarım haberleri yoktur, ki benim bilgim dışındaysa muhtemelen bilmiyorlardır. Siz taşı almaya, Dallas'a gideceksiniz. Sizi orada bekliyor olacağım."
Üsse geri dönüp Adil'i bilgilendirmeleri gerekiyordu. Acele etmeliydiler fakat üst makamları bilgilendirmeden kendi başlarına iş yapamazlardı. Kızıl Anka'nın belli başlı kurallarından biriydi bu.
Üs binasının diğer tarafında Başkan Mustafa Kurtulmuş ve İstihbarat şefi Adil Dinçer, başkanın ofisinde hararetli hararetli tartışıyor ve soğumuş kahvelerine aldırmıyorlardı. Kapı üç kez tıklatılınca bir an duraksayan Mustafa Bey, girin talimatını verdiğinde Adil'in soğuk gözlerle kapıya baktığını fark etti. İçeri giren beş genç, oldukça rahat tavırlarla koltuklara geçtiler. Derken Mehmet konuşmaya başladı.
"Zümrüd-ü Anka'dan yeni bir talimat var."
Adil bey ve Mustafa Bey, oldukları yerde kalakalmış, karşısındaki gençlerin talimatı iletmesini bekliyorlardı. Poyraz oldukça soğuk bir sesle sözü Mehmet'ten devraldı.
"Bizim Dallas'a gitmemiz ve radyum enjekte edilmiş taşı almamız gerekiyor."
"Hayatta olmaz!" diye kükredi Adil bey ve Mustafa Bey bir ağızdan. Gençler onların karşısında sağlam duruşlarını bozmamışlardı. Mustafa Bey yumuşak bir sesle konuşmaya başladı. Daha çok gönül almaya çalışan biri gibi konuşuyordu.
"Dallas haydutların barındığı bir yer olmuş. Orada artık polis bile bulunmuyor. Bu çok tehlikeli bir iş. Gitmenize izin veremem."
"Ama bu Anka'nın emri. Ona karşı mı geleceksiniz?" deyiverdi Nergis. Arkadaşlarının ona yönelen bakışlarından yanlış bir şey söylediğini anlamıştı. "Özür dilerim." diye fısıldadı.
"Hayır, böyle bir şansım yok." dedi Mustafa Bey. "Ancak, sizi tek başınıza da göndermeyeceğim. Adil de sizinle gitsin. Ve, sizin için geçmişte de deneyimi olan birini yanınızda göndermek isterim."
Ekrana yöneldi ve sisteme Deniz Fuat Uğurlu ismini girdi.
"Kendisi yetenekli bir askerdir. Birazdan burada olur."
Hepsi merakla kapıya bakıyordu. Kayarak açılan kapı arkasında duran uzun boylu ve sarışın adamın silüetini ortaya çıkardı...
Medya = Yeşim
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zaman Yolcuları [ZAS -2] (Tamamlandı)
Ciencia FicciónZÜMRÜD-Ü ANKA SERİSİ -2 Hiçbir insan sıradan değildir, her birinin kendine has yetenekleri vardır. Süper kahraman olmaya gerek yok, eğer kontrollü davranırsanız, dünyayı kurtarabilirsiniz. Sıradan olduklarını sanan beş genç bir gün yeteneklerinin ve...