Stieg Larsson'un dünyaca ünlü eseri Milennium üçlemesi, bize çok da uzak olmayan bir sorunun açık bir dille altını çiziyor, toplum düzeninde kadın statüsü. Ülkemizde her yıl binlerce kadın, türlü toplumsal baskıların ve dayatmaların altında eziliyor. Aile içi şiddetten tecavüz olaylarına, çocuk baskısından dış görünüşüne, hatta mesleğinde karşılaştığı zorluklara kadar geniş bir ezilme ağından çıkamayan kadınların durumunu, farklı bir Avrupa toplumuyla karşılaştırarak ele alalım
Türkiye, Medeni Kanun'u bazı Avrupa topluluklarından daha önce kabul etmiş, Türk kadını pek çok Avrupa ülkesinde diğer kadınların elde edemediği statülere kavuşmuştur. İslam dininin temel prensibi de kadınlara verdiği önemle pek çok dinden ayrılır. Buna rağmen toplumumuz bir takım bağnaz düşüncelere saplanıp kalmış, ataerkil bir yapıya sahip olduğundan kadınların sesi dönem dönem bastırılmaya çalışılmıştır. 2016 yılında da ülkemizde ezilen kadının varlığını göz ardı etmemek gerekir.
İsveç, Avrupa'nın en medeni, en saygın ülkelerinden biridir. Ve yine, Avrupa genelinde kadına şiddetin ve taciz olaylarının yaşanma oranı en yüksek olan ülke de İsveç'tir.
Stieg Larsson, Expo dergisinde muhabirlik yaparken ülkesinin en büyük toplumsal sorununu keşfetmiş ve ortaya Milennium serisini çıkarmıştır. Romanda aile içi şiddet ve ensest, tecavüz, hukuki haksızlıklar, cinsel tercihlerin toplum tarafından sorgulanması ve ayıplanması irdelenmiş ve eleştirilmiştir. Şimdi bu durumu romanın başkarakteri Lisbeth Salander üzerinden inceleyelim.
Lisbeth Salander 1.50 boyunda, 14-15 yaşlarında ufak bir kız gibi görünen, dövmeli ve piercingli bir kız olarak tasvir edilir. Yani bir toplumdan 'yaratık' olarak sınıflandırılıp dışlanması için oldukça uygun bir tipe sahiptir. Bu tarz bir kız, bağnaz bir toplumun tepkisini kolaylıkla çekebilir ve damgalanabilir. Bu durum kendi ülkemizde de geçerlidir. Fakat romanda göründüğü gibi, Lisbeth'in dış görünüşü dünyaya tepkisini yansıtmakla birlikte abartılmamış ve süslenmemiştir. Kişisel yaşantısına bakılırsa, annesini döven babasını yakma girişimi yüzünden küçük yaşta psikiyatri kliniğine yatırılmış, sonra da tüm hukuki hakları elinden alınarak gayri mümeyyiz ilan edilmiştir. Bu durum, suçlunun değil suça tepki gösterenin cezalandırılmasına ve toplumun, devletin, ilgili makamların bu duruma sessiz kalmasına açık bir örnektir. Birazcık irdelersek, Türk toplumunda da benzer haksızlıklar bulabiliriz. Annesi dayak yerken odasına kilitlenen korkmuş bir çocuk, bize o kadar da uzak değil. Ancak Lisbeth korku yerine kinini göstererek babasını yakmış ve cezası akıl hastanesine kapatılmak olmuştur. İlk romanda da benzer bir haksızlığa rastlıyoruz. Tanınmış bir sanayici Milennium'un gözüpek gazetecisi Mikael Blomkvist'den kayıp yeğenini bulmasını istemiştir ve romanın sonlarında kızın bir ensest kurbanı olduğu, bundan utanarak kaçtığı anlaşılmıştır. Mikael böyle bir durumda Lisbeth'le ve onun harika hackerlik yeteneğiyle tanışmıştır. O özel bir kızdır. Sorunlu çizilen profili bir anda yerini hayran bırakacak derecede güçlü bir kadının portresine bırakır.
Son dönemdeki olaylar ve taraflar değerlendirildiğinde, medeni bir Avrupa toplumunun 2000'li yıllardaki kadına bakışı Larsson tarafından cesur bir dille eleştiriyor. Aynı zamanda toplum normlarının ne kadar yanıltıcı olabileceğini de gösteren bir roman olarak, gelecek kuşakların mutlaka okuması gereken bir eser.
Kadın değerlidir, kadın anne'dir ve en önemlisi, kadın insandır. Kadına verilen değer insanlığa verilen değerdir. İnsanlığımıza layıkıyla sahip çıkabilmek dileğiyle...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zaman Yolcuları [ZAS -2] (Tamamlandı)
Science FictionZÜMRÜD-Ü ANKA SERİSİ -2 Hiçbir insan sıradan değildir, her birinin kendine has yetenekleri vardır. Süper kahraman olmaya gerek yok, eğer kontrollü davranırsanız, dünyayı kurtarabilirsiniz. Sıradan olduklarını sanan beş genç bir gün yeteneklerinin ve...