31. Bölüm

229 31 26
                                    

Ahmet karşısında duran gençleri görünce şaşırdı. Sonra toparlandı ve gözlerini eğip gelenleri selamladı.

"Hoş geldiniz. Bu kadar erken gelmenize şaşırdım." dedi Ahmet. Poyraz onunla sessiz bir yere gitmek istediğini söyleyince de usulca başını salladı. Gözleri fıldır fıldır dönüyordu, sonradan bunu sadrazamın adamlarından kaçmasından dolayı olduğunu söyledi. O da casusu arıyor ve istihbarat ağı varsa tespit etmeye uğraşıyordu. 

"Neler buldunuz?" diye sordu Poyraz'a bakarak. Poyraz üç şüpheliyi ayrıntı atlamadan anlattı. Ahmet Abdullah'ı tanıyordu. Alaaddin ile yakın ilişkisi olmasa da onu da az çok bilirdi. İkisi de yeniçerilerin yüz karasıydı. Abdullah zorba, Alaaddin hovarda idi.
Şahsenem ise ikisini birbirine bağlayan düğüm noktasıydı. Kızın casus olma ihtimali daha yüksekti çünkü hem kolaylıkla sultanın odasına giriyor, hem de dikkat çekmiyordu.
Ahmet duyduklarının ahlaki boyutuna takılmıştı.  

"Bu üçü üçlü ilişki içindeyse çok daha büyük yaygara kopar. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Eğer kız her ikisine de.."

Yeşim Ahmet'in sözünü kesti.

"Evet, büyük ihtimalle her ikisine de. Bu üçlü bir şeyler çeviriyor, artık anladım da. İş bunu nasıl kanıtlayacağımızda."

"Bana casus nereye haber uçuruyormuş ve ne demeye Şehzade Bayezid'i öldürecekmiş onu söylemediniz."

Bu soruya nasıl yanıt vermeleri gerektiğini bilememişlerdi. Derken Anka gelip olayı açıklığa kavuşturdu. 

"Katolik ve Ortodoks kesime aynı anda haber uçurup Hristiyanları galeyana getirmek için çalışıyor casus veya casuslar. Neden Yeniçeri, neden Harem? Burada Hristiyan asıllı bir ton devşirme var. İnsanları kökenleriyle vuruyorlar. Zorla kölelik yaptıklarını düşünsünler istiyorlar. Fakat zorla olmadığını siz de biliyorsunuz."

"Şimdi, nasıl bir yol izlememiz gerektiğini düşünmeliyiz." dedi Yeşim. 

"Sen haremden nasıl çıktın sahi?" diye sordu Poyraz. Yeşim omuz silkti.

"Sana önemsiz ayrıntıları boş vermeni ilk ve son defa söylüyorum. Kane, bu sorunun çözümü çok kolay bir şekilde sende. Gece yarısı aynı yerde buluşalım. Bu iş çok fazla karışmadan çözülecek."

Yeşim hareme döndüğünde kafasında çanlar ötüyordu durmadan. 'Neden daha önce düşünmedim?' Çok basitti her şey. Bir kahinin görebileceği kadar basit...

☆☆☆☆

Baykuşun görevi henüz bitmemişti anlaşılan. Geceler ondan sorulurdu. O da gecenin karanlığını delen iri gözlerini olan biten en küçük hadiseyi kaçırmak istemediğinden dikkatlice hedefine yöneltti. Kulakları da pür dikkat gözlerine eşlik ediyordu.

"Çok basitti. O kadar basitti ki çözüm iki gündür saçma sapan davrandığımızın farkına vardım."

Yeşim bunları söylerken baykuşa baktı. Onu daha önce fark etmemişti, görünce de umursamadı. Arkadaşlarına çevirdiği kahverengi gözleri, umudun ışığını taşıyordu.
"Kane." dedi. Kane başını kaldırdı. Gölgeler arasında çabucak kayboluveren adam... Yeşim ona dikkatlice bakarken bir insanın nasıl bu kadar sıradan olabileceğini düşünüyordu. Nasıl bu kadar dikkat çekmemesi mümkün olabilirdi?

"Sen biliyorsun. Yani, bilebilirsin. Şimdiyi ve geleceği görebilirsin. Sen bir Druid kahinisin."
Kane Yeşim'in ne istediğini anlamıştı. 

"Tamam. Ses çıkarmayacaksınız, anlaşalım burada önce."

Kane gözlerini kapattı. Kafasındaki sesler düzene girdiğinde tam anlamıyla konsantre olmuştu bile. Önce Alaaddin'in zihnine girdi. İkilem içinde kalmış gibiydi. Kızı seviyordu ama daha önemli bir durum hayatını meşgul ediyordu sanki. Kane o zaman bağlantısının kesildiğini hissetti. Merve'yi hıçkırık tutmuştu.

"Özür dilerim."  

Kane somurttu. Fakat kıza sert çıkışmadı.

"Hıçkırığın geçene kadar benden uzaklaş. Bağlantı ani seslerle kopuyor."

Merve usul adımlarla uzaklaştı. Kane daha sonra ona teşekkür edecekti, çünkü bağlantı artık daha güçlü ve daha netti.   

Önce Şahsenem'i gördü. Haremden kızlarla beraber şarkı söylerken yakalamıştı onu. Çok güzel kız diye düşündü önce, sonra kendini toparladı. Kızın zihni berraktı, kolayca girdi içine. Orada gördüğü kişi, bütün benliğini sarsacak derecede birisiydi..

Şahsenem hainliği aklının ucundan bile geçirmiyordu. Ama o aşık olmuştu ve gözünü kör eden bir gerçekle yaşamak zorundaydı. Duyduklarının bir kısmını Alaaddin'e anlatmıştı. Alaaddin hain olabilir miydi?

Kane kızın zihninden çıktı.

"Şahsenem hain değil. Ama kör kütük aşık. Alaaddin bu aşktan yararlanmış olabilir diye düşünmüştüm ama alakası yokmuş."

"Nasıl yani?" dedi Nergis. Mehmet yakamoz misali parlayan ışıklara dalmıştı.   

"Kız Sultan Mehmed'e aşık olmuş." dedi Kane usulca. Mehmet soğuk bir sesle konuşunca, Poyraz iliklerine kadar ürperdi.

"Peki ya Alaaddin?"

Kane ürkmüş gözleriyle Poyraz'a baktı. Poyraz yap hadi dercesine Kane'e gözlerini dikti.
Kane tekrar gözlerini kapadı. Sıra Alaaddin'deydi. 

Onu bulduğu yer şaşkınlıktan bir süre durmasına neden oldu. Alaaddin Ahmet'in dükkanında ışıl ışıl bakır tencerelerden seçiyordu. Kendini mutlu hissediyordu, hem neden olmasın ki? İstanbul alınmak üzereyken Edirne'yi savunmak daha kolaydı. Gelen haberler onu ürkütmüyordu. Padişah'ın ordusuna ve Allah'ın yardımına güveniyordu. Onun da kendine göre planları vardı fetihten sonra. Şahsenem'e aşıktı, günün birinde emekli olup onunla evlenecekti. Kane bunun boş bir hayal olduğunun farkındaydı.
Gözlerini açtı. Meraklı bakışların odağında olmak onu mutlu ediyordu. Hayır, işi sulandırmayacaktı. Zihni yorulmuştu. Güçlükle "O da değil." diye mırıldandı.

"Eğer Abdullah da değilse." dedi Yeşim. Korkmaya başlamıştı artık. Görev başarısız olurdu.
Kane son bir zihin hamlesiyle Abdullah'a baktı. Elinde divit kalem, Osmanlı Türkçesi olmayan bir mektup yazıyordu. Kane mektuba yaklaştı. İtalyanca idi mektup. Papa'ya yazılmıştı. Ancak zihni daha fazla okumasına müsaade etmedi. Kane kendini fazlaca yıpratmıştı. Oracıkta bayıldı.

Birden boğuklaşan sesler arasında gözlerini açtı. Meraklı gözlerle kendisine bakan arkadaşlara döndü.

"Abdullah" dedi gözleri kararırken. "Aradığımız casus o."

☆☆☆☆ 

Güneşli bir nisan sabahına uyandı Kane. Hemen pencereden baktı. Halk mutluydu. Sultan Mehmed artık "Fatih" olmuştu ve o meşhur eşitlikçi konuşmasını yaptı. Sonra gökten inen kızıl tüyü gördü. Yakaladı tüyü ve kaldığı handan aşağıya indi. 

Poyraz aşağıda gülümseyerek bekliyordu onu. 

"Bak, İstanbul'dayız"

Kane de gülümsedi. Sonra aklına geldi.

"Abdullah'a ne oldu?"

"Anka aldı." dedi Merve. Omuz silkti. "Kuşlar Meclisi'nin adaleti." 

O sırada gölge onların üzerine düştü. 

"Gitme zamanı." dedi Anka. "Ahmet'e veda etmek istersiniz belki."

☆☆☆☆

Kalaycılar Çarşısı her zamanki gibi seslerle çınlıyordu. Ahmet gururlanarak baktı yaptığı tepsiye. Kanatlarını aşağıya eğmiş bir Zümrüd-ü Anka işlenmişti.  

"O tepsiyi istiyorum. Kaça satarsın?"

Arkasını döndüğünde Mehmet ile karşılaştı. Gülümsedi.

"Sana bedava. Arkadaşlarınla beraber tabi. Hediyemdir, alın."

Memnuniyet dolu bir ifadeyle aldılar tepsiyi. Yeşim teşekkür etti. Etraflarını saran sis onları gerçeklikten koparırken, gördükleri en son şey Ahmet'in gülümseyen yüzüydü.   

"Güle güle, genç zaman yolcuları. Yolunuz açık, zekanız keskin olsun."

Zaman Yolcuları [ZAS -2] (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin