Karanlık, bir anda aydınlığa evrildi.
Nerede olduğunu bilmiyordu Yarasa. Zihnindeki imgeleri o an net olarak görebiliyordu; o imgeler Salvador Dali'nin meşhur tablosunun eriyen saatleriydi. Sesler beyninin içinde nabız gibi atıyordu, tik tak tik tak tik tak...
Sonra onu gördü. Körken, insanların yüzleri hakkında tahminler yapardı ama onun bu kadar yaşlı göründüğünü tahmin edememişti. Santiago yaşlıydı işte, kırçıl sakalları uzamış, gözlerinin altında geniş torbalar belirmişti, yanakları sarkmıştı. Neden insanların hayalleriyle bir derdi olduğunu bilmiyordu ama karşısındaki adam kendisine faydası yokmuş gibi görünüyordu. Gri gözleri Yarasa'nın zihin savaşında gören gözlerine dikilmişti.
"Hazır mısın eski dostum?" dedi Santiago. Yarasa bu gereksiz soruya alaycı kahkahasıyla yanıt verdi ve eriyen saatler kayboldu. Santiago da öyle.
Kendini bir hendeğin dibinde buldu Yarasa. Vakit kaybetmeden hendekten çıkması gerektiğini biliyordu. 'Düşün. Buradan nasıl çıkabilirsin?' Gözlerini kullandı. Dağcıların kullandığı türden dört adet tırmanma çubuğu buldu. Nasıl kullanılacağını biliyordu. Hendekten çıkması yarım saat bile sürmedi.
Zihin savaşının taraflarından biri, rakibini istediği yerlere gönderebilirdi. Ancak bunların da zekice tasarlanmış olması ve etik olarak başarılması imkansız oyunların oynanmaması gibi kuralları vardı. Ve kaybedilen şey bazen bir duyu organından çok daha fazlası olurdu, ya da hiçbir şey kaybedilmezdi. Hayat kadar belirsiz sloganıyla tanıtılmıştı ve mucidi de bir zihin savaşı sırasında bir parmağını kaybetmişti. Hakkındaki tartışmalar hala sürüyordu.
Kaybederse neyi kaybedeceğini düşündü Yarasa ve aynı anda düşünceyi zihninden uzaklaştırdı. Kaybetmemeliydi. Hendekten çıktığında yine gözlerini kullandı. Bir tarladaydı, tek tük ağaçlar görüyordu çevresinde. Etraf çok sessizdi. Neye bakması gerekiyordu? Neyi araması gerekiyordu?
Çok geçmeden gördü. Gökyüzünü bulutlar kaplamıştı ve fırtına yaklaşıyordu. Göründüğü kadar saf bir yer değildi burası, buradan mutlaka sağ çıkmalıydı. Bir kitapta okuduğu cümleyi hatırladı; korku kılıçtan derin keser. Korkarsa kaybederdi. Sakinleşti ve çıkışı gördü. Sığabileceği kadar büyük bir tavşan deliği. 'Alice' diye düşündü. 'İçeride Şapkacı da var mı acaba?'
Gördüğüne sevinmeyi bırakıp tavşan deliğine girdi. Santiago yakınlarda bir yerlerde olmalıydı. Derken parıldayan bir nesne çarptı gözüne. Sürünerek ona doğru yaklaştı. Bir satranç taşıydı bu; Vezir. 'Kibirli herif, bana oyun oynuyor.' Aklına Zweig'in Satranç kitabı geldi ama anımsayamıyordu. O kitap nasıl bitmişti?
Yukarılarda bir yerlerde kopan gümbürtü onu kendine getirdi. Daha hızlı hareket etmeliydi. Sıkı sıkı tuttu veziri. Her yere gidebilen en güçlü satranç taşı, onu bir yere çıkarabilirdi. Yeniden ışığı gördü, tavşan deliği bir yere açılıyordu. Işığa hassaslaşan gözlerini kırpıştırdı. Yeniden oradaydı Santiago, bir ağacın altındaki masaya kurulmuştu. Bu sefer gülümsemiyordu.
"Gelebilmene şaşırdım doğrusu. Gel otur, senin için bir ziyafet hazırladım."
Yarasa şüpheli gözlerle masaya bakıyordu. On çeşit yemek vardı masada. Hiçbirine dokunmadan adama baktı. "Burada Şapkacı sen misin?"
Santiago gülümsedi. "Keşke. Çocukken en sevdiğim kitap oydu. Sıradaki sınavın da bu olsun Daniel. Gördüğün on çeşit yemekten ikisi zehirli. Acaba hangileri olduğunu bulabilir misin?"
Yarasa gözlerini kıstı. "Kolay yoldan ölmemi istiyorsun yani."
Santiago çok bilmiş gibi sırıtmaktan başka bir şey yapmadı. Yarasa düşünmeye başladı. 'Emmanuel olsa ne yapardı?'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zaman Yolcuları [ZAS -2] (Tamamlandı)
FantascienzaZÜMRÜD-Ü ANKA SERİSİ -2 Hiçbir insan sıradan değildir, her birinin kendine has yetenekleri vardır. Süper kahraman olmaya gerek yok, eğer kontrollü davranırsanız, dünyayı kurtarabilirsiniz. Sıradan olduklarını sanan beş genç bir gün yeteneklerinin ve...