Her uyumaya gittiğimde yatak denen o tabuta giriyordum. Benim yatağımın olayı şuydu ki, tek kişilik bir yataktan daha büyüktü ama ben, sanki içinde tek bir kişinin içine tam sığacağı bir tabut varmış da, onun içinde yalnızca tek bir şekilde uyuyabiliyordum. O da tavana bakarak. Gözlerim kapalı olsa da göz gözeydik. Gözlerimi başka bir aleme açtığımda bile göz gözeydik. O'ndan kaçışım yoktu, bunu uzun zaman önce çözmüştüm ama nedense rüyalarımda asla tam olarak öyle hissedemiyordum. Rüyamda O'nunla konuşmaya dahi korkuyordum. Boğazım, O'nun buyruğuyla değil korkudan kapanıyordu. Karşıma her çıktığında içimden kaçmak geliyordu ama ayaklarım toprağa yapışıyordu.
Rüyalarım hep aynı değildi ama işin geneline bakınca hepsi aynı gözüküyordu. Bazı şeylerse hiç değişmiyordu.
Zemin hep topraktı bir kere. Kava hep soğuktu, karanlıktı, duman ve kar karışımı bir şey kokuyordu. Kıştı yani. Kıştan asla çıkamadım.
Bazen karşıma çıkıyordu, yüzleşir gibi, bazense yalnızca önümden geçtiğini görüyordum, bazense orada olmadığını bilmeme rağmen varlığını sezer gibi oluyordum. Orada olmasa bile oradaymış gibi, orada olmalıymış gibi geliyordu.
Her rüyam aynı başlıyordu. Birkaç saniye nerede olduğumu hiç sorgulamıyordum. Buralar sonradan hatırladığım kısımlar oluyor. Uykuya daldığımda, rüyayı gerçekten hissetmeye başladığımdaysa bir veya daha fazla kez etrafımda dönüp bakınıyorum. Gördüğüm yerler hep değişiyor ama dediğim gibi sürekli karanlık, ama O'nu görmeyecek kadar değil. Aklımda hep bir aydınlık var, ay ışığı gibi, ne kadar karanlık olursa olsun, ışığı göremesem bile bir şekilde baktığım yeri aydınlatıyor.
Bazen yürüyorum, bazen kalıyorum, bazen koşuyorum, bazense kendi kendime konuşuyorum.
Sonra çığlıklar duymaya başlıyorum. Veya boğulma sesleri, kanın fışkırma sesi, daha fazla çığlık, daha bazla iğrenç sesler, bazen de sessizlik. Sağır edici bir sessizlik.
Bir seferinde duyduğum bütün o çığlıklar aklıma öyle işlemişti ki benim de çığlık atmam gerektiğine inanmıştım. Böylece ben de ilk defa ağzımı açıp ses çıkarmayı başarmıştım. Ama sonra, yalnızca bir anlığına, O'nu gördüm. İşaret parmağı dudaklarında. Sonra uyandım. Boğazım feci bir şekilde ağrıyordu, yutkunamıyorum, kurumuştu. Su içip sesimi çıkarmaya çalışmıştım ama hiç ses çıkmamıştı. O gün hiç konuşamadım, öğretmenlerden biri bir şey sorar diye ödüm kopmuş, soğuk terler dökmüştüm. Ancak gece olunca, diğer rüyamda hafifçe boğazıma dokunduğunda, uyanınca konuşabilmeye devam ettim.
Başka bir sefer de ortalık sessizdi. Sağır eden bir sessizlikteydi. Etrafıma bakındım ama korkudan kendi ağzımı açmadım, bir yerlerden bir ses gelmesini bekledim. Eğilip toprağa dokundum. Hiçbir şekilde ses yoktu. Bu suskunlukta bir anda başımdan aşağı bir sıvı boşalmıştı. Sudan daha yoğundu, yağ gibi kaygan değildi. Üzerime, ellerime baktığımda rengini biraz çözebildim. Fazla düşünmeme gerek yoktu. Kandı. Kan ağzıma girdi, gözlerime girdi, saçlarıma karıştı, parmaklarımın arasından aktı, giysilerimin içine geçti, ciğerlerimi doldurdu. Hiç kıpırdamadan orada durdum çünkü anlamıyordum bile, ses olmadan, gerçekliğinden emin olamıyordum, çok sessizdi. Üzerimdeki sıvının akmasına izin verdim çünkü gözlerimi kapatınca, görmeyince, daha fazla yok oluyordu. Sonrasında burnumu tıkadı, ağzımı da, kulaklarımı da doldurdu, kan kuruyunca ellerimi hareket ettiremedim, ayaklarım zaten sabitti. Önce kan yok oldu, sonra zemin, sonra her şey, sonra da ben.
Bu seferki hepsinden farklıydı.
Hiç etrafıma bakınmadım. Hava tenime batmıyordu. Gözlerim sanki hep buğulu görüyormuş, şimdi daha netti her şey. Ellerimi arkamda bağladım ve yürümeye başladım. Hiçbir şey düşünmüyordum. Sonra bir bakmıştım ki yanımda O da yürüyordu. Hiçbir şey demeden öylece yürüdük, ben korkmadım, O da bana bir şey yapmadı. Ben çığlık atmadım, O da beni susturmadı. Ben O'nu sevmedim, O da beni öldürmek istemedi.
Şimdi anlıyorum, bana bir paralel evren göstermişti. Alakamız olmayan, beraber normal olabileceğimiz bir dünya. Sakince, birbirimizi umursamadan ileri yürüyebileceğimiz bir yer. Birbirimize dokunmadığımız, birbirimizi hissetmediğimiz bir evren.
O öyle biriydi ki, masallarını beni uyuturken değil, ben uyurken değil, uyandığımda okurdu. Tek bir an ile.
Uyandığım anda, bunun asla olmayacağını anladım. Bu rüyayı bana asla böyle olamayacağımızı göstermek için göstermişti. Tek bir huzurlu rüya vermişti bana, buradaki huzurumu bozmak için. Bu rüyaya geri dönüp bakınca gördüklerimin en acısı olsun diye. Öyle ki gördüğüm güzel, normal bir rüyayı bile geleceğimde bozabiliyordu. Benim üzerimdeki gücü böyleydi. Ve bunun değiştiği tek bir rüya bile yoktu.
Uyandığımdaysa bitmek bilmeyen o rüyaya uyanıyordum. Yüzüm O'na dönük, sesi zihnimde, bana "Günaydın." diye fısıldıyordu, ben de "Günaydın." diye karşılık veriyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYSAR
Teen FictionÖlmek istemeyen birinin intiharı. ❝Papatyalar ölümü sayar. Senin hafızan beni sayıklar. Kopar kopar taç yapraklarını. Geri ekemezsin günahlarını. Seviyor sevmiyor değil bu. Sevemezsin zaten bunu. Hiçbir koşulda. Ölüm ve yaşamak değil asla. Yalnız...