BÖLÜM 30

1.9K 67 6
                                    

Bu bölümü, kazandığım üniversiteme gitmeden 1 gün önce yazıyorum. Beklediğiniz onca ayı telafi etmek için elimden geleni yapacağımdan emin olabilirsiniz. Belki biraz daha hasret girebilir araya, ama onu da üniversiteye, şehire alışma zamanı olarak düşünün. :)

İyi okumalar!!

Zeyneb, o koridora girmeden önce derin bir nefes aldı. Avuç içlerinin ısındığını hissedebiliyordu. Ve o koridora girdiği zaman, baktığı ilk yer hünkarın odasının kapısı oldu. Kapı bütün ihtişamı ile orada duruyordu. Etraftaki mumların kızıl ışığında parıldayan değerli mücevherler, kapıya inanılmaz bir şölen katıyordu.
Zeyneb nefesini tuttu ve adımlarını yavaşlattı. Biraz sonra olacaklar için hazırdı. İçeri girecek, eğilecek ve o adamın kendisine sahip olmasına izin verecekti. Fakat aniden, aklının ucuna bile gelmeyecek birşey oldu. O ihtişamlı kapı açıldı ve içeriden uzun boylu bir adam çıktı. Adamın üzerindeki yeşil kaftanı, etraftaki kızıl ışığın büyüsü ile dans eder gibiydi. Kumral dalgalı saçları ve kumral bir teni vardı. Yüzünün yandan görünen kısmı yakışıklılığının ortaya çıkmasına engel olmuyordu. Çenesinde seyrek bir şekilde görünen kumral sakalları, onun henüz yaşlı ve bunamış meclis adamlarından biri olmadığını gözler önüne seriyordu. Zeyneb bir an durdu ve tuttuğu nefesini yavaşça geri verdi. Adam yavaşça önüne döndü ve Zeyneb ile göz göze geldi. Ve ikisi de oldukları yere çivilendiklerini hissettiler. Adam bu yeşil gözleri ve geceyi anımsatan bukleleri hatırlıyordu. Ve hiddetle yanan bir ateşten daha kırmızı ve sıcak dudakları. Elbette hatırlıyordu. Bu dudakları öpen ilk adam oydu çünkü.

Zeyneb beyninde çığlık attığı o ismi bir fısıltı şeklinde söyledi. "Nikoyan.."
Uzun boylu adam ise sadece ona bakıyordu. Ardından gözlerini yere sabitledi ve derin bir nefes aldı. "Hünkarımız hazır."

Zeyneb kımıldamıyordu bile, belki de kımıldamak istemiyordu. Sadece orada durup ona uzun uzun bakmak ve uyanana kadar bu rüyayı sürdürmek istiyordu. Fakat yanındaki huysuz kadın sanki onun düşüncelerini okuyor ve ona meydan okur gibi kolundan sıkıca tutup çekiştiriyordu.
"Yürüsene be hatun!" diye bağıran kadının sesi Zeyneb'in bir kulağından girip diğerinden çıksa da sağ ayağını öne doğru itti. Daha sonra sol ayağını ve yeniden sağ ayağını. Ve yürüdüğünü fark etti. Kapının önüne ve adamın yanına gelmişti bile. Kapı yavaşça açılırken son kez adama baktı. Adam da ona bakıyordu. Zeyneb bunu kimseye söylemedi fakat o an, sanki adamın gözlerinin çığlık attığını duymuştu. Sanki Zeyneb'in o odaya girmemesi için çığlık atıyorlardı. Yardım dileniyorlardı. Zeyneb de aynı şeyi duydu kendi içinde. Odaya girmek istemiyordu. Fakat dönüp önüne baktığında birkaç adım önündeki kapının sonuna kadar açıldığını gördü. Ve ilk adımını attı yavaşça. Ve içeri girerken kendine aynı şeyi söyledi; İçeri girecek, eğilecek ve o adamın kendisine sahip olmasına izin verecekti.
...
Nikoyan, kapı kapandıktan hemen sonra hızlı adımlarla koridorun sonundaki kendi odasına yürüdü. Sanki duvarlar üzerine doğru geliyor ve süslü mumların alevleri derisini yakıp kavuruyordu. Zar zor kendisini odasından içeri attığında kapıyı kilitledi ve yatağına oturdu. Az önce gördüğünün gerçek olup olmadığını tarttı kendi kafasında bir süre. Zeyneb Asime, buradaydı. Bu saraydaydı ve az önce padişaha sunulmuştu. Benim Zeyneb Asimem diye geçirdi içinden. Bunu neden dediğini anlamadı fakat ne önemi vardı ki? Zeyneb Asime oradaydı. Bir kaç metre uzağında ve başka bir adamla. Ne yapması gerekiyordu ki, oraya dalıp kellesinden olma pahasına Zeyneb'i kolundan tutup dışarı çıkarması mı gerekiyordu?

"Hayır.." dedi başını ellerinin arasına alırken. Zeyneb Asime ona ait değildi. Nikoyan'a ait değildi. Nikoyan bu şansı yıllar önce, Zeyneb'i o sarayda bırakıp giderken kaybetmişti. Ona geleceğini ve onu oradan alıp evleneceğini söylemişti. Ama yapmamıştı. Çünkü Zeyneb onun geçmişiydi. Zeyneb'in yanındayken o sadece, Nikoyan'dı. Oysa ki yaklaşık bir yıl önce, Murâd'ın izniyle adını Ahmet yapmış ve sıradan bir Rus oğlan olmaktansa padişahın sağ kolu olmayı seçmişti. Zeyneb'i geride bırakmış ve yeni bir sayfa açmıştı.

Peki öyleyse neden bu yabancı duyguyu hissetmeye başlamıştı? Bu yabancı duygu, yıllar öncesinden kalmış gibiydi. Ahmet elini yavaşça kalbine götürdü. Deli gibi atıyordu, tıpkı dışarı çıkmak ister gibi. Evet, bu duyguyu daha önce de hissetmişti. Edirne Sarayı'nın bahçesinde bir kızı gördüğü zaman hissetmişti bu duyguyu ilk defa. Rüya gibi bir günde, bahçe sanki yeşilliğe doymuyor gibi her saniye daha da güzelleşirken görmüştü o kızı. Gökyüzündeki güneşe meydan okuyan siyah saçlarını, havada savururken kahkaha atan o kızı ilk gördüğünde kalbi deli gibi atmaya başlamıştı. Kız her kahkaha attığında daha da hızlanan kalbinin sancısını, tıpkı o günü yeniden yaşıyormuş gibi hissetmişti şimdi.

Olabildiğince derin bir nefes aldı. Yavaşça ayağa kalktı ve kendine gizlice getirttirdiği üzüm şarabından bir kadeh koydu. Bakır işlemeli kadehi elinde tutarken gözü yanı başındaki aynaya kaydı. Kendine baktı bir süre. Yıllar öncesini getirdi aklına aynadaki görüntüsü. O gün, henüz genç iken, Murâd daha tahta çıkmamıştı; Şehzade Murâd olarak anılıyordu. Edirne Sarayı'ndaki halasını ziyaret etmek, hayır dualarını almak istemişti. Ahmet de ona eşlik etmişti. O zamanlar adı hâlâ Nikoyan'dı. Genç, tecrübesiz ve olacaklardan habersiz sıradan bir gençti. Zeyneb'i gördüğü o güneşli gün geldi aklına. Ahmet ılık güneşin altında, her yeşilin bulunduğu bahçede dolaşırken bir kahkaha duymuştu önce. Biraz daha ilerleyip büyük bir çalının köşesinden dönünce görmüştü onu. Siyah buklelerini kapatan turuncu şeffaf örtüyü yavaşça kenara fırlatmış ve saçlarının omuzlarına dökülmesine izin vermişti. Ahmet rüya gördüğünü düşünmüştü. O küçük kız öylesine güzel, öylesine hayat doluydu ki âdeta bir rüyadan fırlamış gibiydi. Ahmet'i fark edince durmuş ve öylece onun gözlerine bakmıştı. Ahmet'in mavi gözlerinin en derinlerini görmüştü. Ardından yavaşça eğilip saçından düşen örtüsünü almış ve hızla uzaklaşmıştı. Ahmet için o an, zaman durmuştu. Zeyneb'e baktığında mutluluğu görmüştü, şehveti ve masumluğu. Ertesi gün yine onu görme umuduyla bahçenin aynı köşesine gitmişti. Ve oradaydı. Yeşil çimenlerin üzerine oturmuş, yine saçındaki örtüyü kenara koymuştu. Bu sefer kitap okuyordu. Ahmet yavaşça yaklaştı ona. Usulca yanına oturdu. Fakat Zeyneb bu defa kaçmadı. Kitabı kapattı ve yanına koydu. Belli ki o da konuşmak istiyordu. Ahmet ona şehzadenin akrabası olup olmadığını sorduğunda "Ben sadece bir yetimim. Gürdane Sultan beni kızı gibi büyütmüş." demişti. Konuşmuşlardı. O her konuştuğunda Ahmet onun gözlerine dalıyordu. Kızdığında koyu, güldüğünde yeşilin en güzel tonu oluyordu gözleri. Ahmet bunu aklının bir köşesine yazmıştı. Saraydan gitmeden önce, gecenin karanlığında ona ilk öpücüğünü vermiş ve sözler vaad etmişti. Ilık, kırmızı dudaklarını şehvetle öptükten sonra ellerini saçlarında gezdirmiş ve bir gün geri gelip onu karısı yapacağına söz vermişti. Gitmişti, ama onu almaya gelmemişti. Yıllar geçtikçe yatağına başka kadınları sokmuş ve Zeyneb'i unutmaya çalışmıştı.

Aynadaki görüntüsünden geldi bütün bunlar aklına. Elindeki kadehi bıraktı ve odanın içinde dört dönmeye başladı. Neydi bu duygunun adı? Pişmanlık mı, neden olmasındı. Peki ya kıskançlık? Hayır, olamaz dedi kendi kendine Ahmet. Yan odadaki kişi padişahtı. Ne yapmalıydı o zaman? Ya Zeyneb gebe kalırsa dedi kendi kendine. Ya gözdesi, zamanla hasekisi olursa. Bütün bunları görmek zorunda kalırsa Ahmet, dayanabilir miydi? Bilmiyordu. Hiç birinin cevabını bilmiyordu. Tek istediği sarhoş olup sızana kadar üzüm şarabından içmek ve sabah uyandığında kendi kendine ilginç bir düş gördüğünü söylemekti. Düşümde Zeyneb'i gördüm, buradaydı demek istiyordu. Hepsinin saçma bir rüyadan ibaret olmasını umdu ve yeniden eline aldığı kadehin içindeki şarabı tek yudumda bitirdi.

SOPHIE (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin