BÖLÜM 25

2.3K 92 6
                                    

Odaya girdikten sonra, hizmetimdeki cariyelere dışarıya çıkmalarını söyledim. Ardından arkamda, bana bakmakta olan Maria'ya döndüm. "Niye geldin Maria?" Dedim direk söze girerek. Lafı dolandırmak istemiyordum, bir an önce neden burada olduğunu, onu buraya kimin gönderdiğini ve aklımdaki diğer soruların cevaplarını öğrenmek istiyordum. "Seninle hiçbir şey konuşmak istemiyorum Sophie" diye cevap verdi gayet ciddi bir sesle. Son bir sabırla, derin bir nefes alarak tekrar konuşmaya başladım, "seni buraya kim gönderdi?"

Maria'nın derin bir nefes aldığını gördüm. Hollanda'dayken ne güzel anlaşıyorduk oysa ki. İkimizin sevdiği ve yasını tuttuğu kişi aynıydı; Mark. O kardeşini kaybetmişti, ben ise sevgilimi.

"Beni buraya kimin gönderdiğinin bir önemi yok. Buraya hünkara oğul doğurmaya geldim Sophie. Yoluma çıkma." Sesinden âdeta tehdit akıyordu. "Hünkarın zaten bir oğlu var, boşuna gelmişsin" dedim içimde iyice kabaran kıskançlık duygusunu bastıramayarak. Gözleriyle beni baştan aşağıya süzdü. "Demek doğruymuş" dedi benden çok kendine söyler gibi. "Anlamadım, ne doğruymuş?" Diye sormaktan kendimi alıkoyamadım. "Hünkara aşık olduğun diyorum. Doğruymuş. Oysa ki beş sene evvel başka birinin yasını tutuyordun" bu iğneleyici tavrına daha fazla göz yumamazdım. "Laflarına dikkat et, Maria. Hollanda'da tanıdığın küçük, saf Sophie yok artık karşında!" Sesimin olabildiğince sakin kalmasını umuyordum ama sözümü bitirdikten sonra, hiç de istediğim sonucu elde edemediğimi anladım. Hemen yan odadan gelen ağlama sesi ile, ikimiz de aynı anda sesin geldiği yöne baktık. Safiye diye geçirdim içimden. Öyle ya da böyle bir kızım olduğunu öğrenecekti ama bu tartışma sırasında öğrenmesi hiç iyi olmadı diye düşünmeden kendimi alamadım. "Seninle sonra konuşuruz" dedim ve onun çıkmasını beklemeden Safiye'nin yanına gittim. Kendinden büyük yatakta, doğrulmuş bana bakarak ağlayan kızımı görünce bütün sinirimin yerini şefkatin aldığını hissettim. "Safiyem" dedim ona doğru yaklaşırken. "Ne oldu güzel kızım?" Kucağıma alır almaz, ağlaması yerini iç çekmelere bırakmıştı. Başını omzuma koydum ve saçını kokladım. Ne güzel kokuyordu benim kızım öyle. İki senedir bana yoldaş olan kızımı ne zaman kucağıma alsam, onu ilk gördüğüm zaman ki halini hatırlıyordum. Kıpkırmızı suratıyla, henüz doğru düzgün açamadığı gözleriyle durmadan ağlıyordu. Ta ki benim kollarımın arasına gelene kadar. Cennet kokan teni, şimdi yerini gül kokusuna bırakmıştı. İtiraf etmeliydim ki, bu gül kokusu için İstanbul'da ki, hatta Osmanlı'daki tüm güllerden sabun yapsalar, yine de kızımın kokusu kadar güzel kokamazdı.

"Anne?" Kulağıma dolan bülbül sesi ile düşüncelerimden sıyrıldım. "Efendim kızım?" Dedim yüzünü görmek için başımı geriye yatırarak. "O kim?" Dedi parmağı ile kapıyı işaret ederek. Gösterdiği yöne doğru başımı çevirdiğimde, Maria'nin bizi izlemekte olduğunu gördüm. Ona çekilmesini söylediğimi çok iyi hatırlıyordum oysa ki. Daha ben cevap vermeden, Maria yanımıza gelmişti. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki adlandıramadığım, karşı çıkamadım. Ona gitmesini söyleyemedim. Maria gözlerini Safiye'den ayırmadan yanımda duruyordu. Biraz daha dikkatli bakınca, gözlerinin dolmuş olduğunu gördüm. O anda benimde gözlerim doldu. Şuanda ne düşündüğünü tahmin edebiliyordum çünkü. Şimdi kucağımda tuttuğum bu çocuk, Mark ile benim çocuğumuz olabilirdi belki de...

2 Gün Sonra

Safiye'yi uyuttuktan sonra, pencerenin önündeki divana oturmuş, Ay'ı izliyordum. Geçen gece gördüğüm rüyayı bir türlü aklımdan çıkarmıyordum.

Safiye ve ben, sahilde denize doğru bakıyorduk. Safiye elimi sımsıkı tutmuştu. Bir süre sonra, batmakta olan güneşin içinden, ufuktan bir kayık bize doğru yaklaşmıştı. Ben, o gelen kişinin Ahmet olduğunu anlayınca sadece gülümsemiştim. Safiye ise hâlâ kayığa bakmaya devam ediyordu. Kayık, sahile vurduktan sonra, Ahmet tüm heybetiyle kayıktan inip, bize doğru gelmeye başlamıştı. O anda Safiye baba diye çığlık atıp, elimi bıraktığı gibi ona doğru koşmaya başlamış, ben ise tam Safiye'yi durdurmak için öne atılmışken havada uçan beyaz bir güvercin, Ahmet'e doğru uçup, yaklaşınca simsiyah bir kargaya dönüşüp kalbine saplanmıştı. Çığlıklar içinde uyandığımda, bunun bir rüya olduğunu anladığımda, içimdeki rahatlama hissini hâlen hissedebiliyordum.

Ahmet ne yapıyordu acaba şimdi. Beni düşünüyor muydu? Safiye'yi düşünüyor muydu? Bizi özlemiş miydi? Bir sonraki soruyu aklımdan geçirmeye bile korksam da, cevabının evet olmasını istiyordum; acaba Ahmet yaşıyor muydu?

Tam o sırada kapının çalınması ile kendime geldim. Kapıya doğru döndüm ve "girin" dedim sessizce. Safiye daha yeni uyumuştu ve her an uyanabilirdi. Bu da benim gece uyuyamayacağım anlamına gelirdi ki, deli gibi uykum vardı.

İçeriye ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş Nazperver girince, hemen ayağa kalktım. "Nazperver?" Dedim ona doğru ilerlerken. "Sophie-" dedi ve cümlesinin devamını getiremeden ağlamaya başladı. "Gel şöyle" dedim elimi omzuna atıp, divana oturmasına yardımcı olarak. O oturur oturmaz, bir bardağa su koydum ve ona uzattım. "Sakin ol, iç hadi" dedim yanına otururken. Ne olmuş olabilirdi ki? Suyu içtikten sonra, hemen önündeki sehpaya geri koydu. Derin bir nefes aldıktan sonra bana döndü, "Sophie" dedi tekrardan. "Hünkarımız-" tekrar ağlamaya başlayınca elim ayağım titremeye başladı. Murad... Murad'a kötü bir şey mi olmuştu? "Nazperver, hünkarımıza kötü bir şey mi oldu? Sıhhati yerinde mi?" Ardarda sorduğum sorular karşısında tekrar derin bir nefes aldı ve başını iki yana salladı. "Hayır" dedi en sonunda. Devam etmesi için gözlerinin içine baktım. "Hünkarımız şuan Maria ile halvette..."

SOPHIE (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin