BÖLÜM 14

3.3K 172 9
                                    

100 oy olduğu zaman size çok güzel bir sürprizim var!!! İyi okumalar :) seviliyorsunuz!! :* ♡♡♡♡

1 Yıl Sonra...

Sıradan bir sonbahar günüydü. Penceremin manzarasını süsleyen o yeşil ağaçlar, bir bir sararıyordu. Eskiden en çok ilkbahar mevsimini severdim. Ama şimdi beni anlatan en iyi mevsim sonbahardı. Ağaçlar gibi kurumuştum. Artık gülemiyordum. Beni tek güldüren şey, Safiye'nin hareketleriydi ama ona her bakışımda eskiyi yâd ediyordum. Acaba diyordum. Acaba Ahmet yanımızda olsaydı nasıl olurdu her şey? Şuan Topkapı Sarayı'nda değilde Meydan Sarayı'nda olsaydım, oradaki pencerelerden izleseydim güzü. Çok özlemiştim sarayımı. Oradaki kocaman salon benim sığınağımdı. En köşede duran büyük sedire oturur, kocamın, Ahmet'in bana gelmesini beklerdim. Hava kararınca Ahmet gelir, yanıma oturur ve beni kendine doğru çekip alnımdan öperdi. Derin bir nefes aldım. Bunların hiçbiri olmayacaktı. Evet, belki kaçmıştı. Ama yinede korkuyordum. Onu bulup, öldürmelerinden korkuyordum. Her gece Allah'a dua ediyordum onu bulamasınlar diye. Kapının çalınmasıyla düşüncelerimden sıyrılarak kapıya döndüm. İçeriye daha önce görmediğim bir cariye girdi. Başıyla selamladıktan sonra yere bakarak konuşmaya başladı. "Hünkarımız sizi bahçede bekliyorlar"

"Tamam. Hazırlanayım" diyerek yerimden kalktım. Son 1 yıldır hünkar beni yanına çağırır çağırmaz hemen Safiye'yi soruyor, Safiye uyumuyorsa eğer onu da getirmemi istiyor, onu getirdikten sonra da tüm gününü Safiye'yle geçiriyordu. Hatta bazı geceler Safiye haremdeki bir çok cariyenin yapmak istediği ama yapamadığı yapıyor, geceyi hünkarla geçiriyordu. Hünkar, Safiye'yi kendi kızı gibi görüp, büyütüyordu. Bu benim hoşuma gitse de Zeyneb Asime'nin hoşuna gitmemiş olacak ki, gebe olduğunu söyleyerek hünkarın dikkatini çekmişti. Karnı burnunda olduğu halde hemen hemen her gün gelip bana Ahmet'i hatırlatıp gidiyordu.

Dolaptan erguvan rengi yün kaftanımı aldım ve giydim. Aynada son kez kendime baktım. Elim ister istemez eskiden taktığım, bana annemin annesinden yadigar haç kolyenin olduğu yere gitti. Topkapı Sarayı'na yeniden yerleştikten kısa süre sonra Müslüman olmak istemiştim. Safiye'nin kafasının karışmasını istemiyordum. Ve haremde en uzun sure gayrimüslim bir şekilde hayat süren bendim ve bu beni rahatsız etmeye başlamıştı. Elimi geri çekip aynadaki aksime son kez baktım. Altın sarısı saçlarım belime kadar uzamıştı ve sonlara doğru bukleleşiyordu. Saçlarımı açık bırakmayı tercih ettim. Derin bir nefes alıp odadan çıktım.

"Sophie... hoşgeldin" Hünkar beni görür görmez kollarını açmıştı. Bende artık alışarak kollarının arasına girdim ve başımı göğsüne yasladım. "Hoşbuldum hünkarım" dedim geri çekilirken.

Ahmet gittiğinden beri nasıl gülümsüyor gibi yapmayı öğrenmiştim. Yüzümde yine o sahte gülümseme vardı. Ama buna kanmayan tek kişi şuan karşımda duruyor, yüzümü dikkatle inceliyordu. Omuzlarımı tuttuğu elleri gevşedi ve kollarını arkasında birleştirdi. "Safiyem nasıl?" Dedi yürümeye başlayarak. "Çok iyi hünkarım. Mışıl mışıl uyuyor" dedim yanında yürürken. Tek dayanağım kızımdı ve ondan bahsedince bile onu özlüyordum. "Anlıyorum" aniden durdu ve bana baktı. "Sophie, niye yüzün gülmüyor? Neredeyse 1 sene geçti üzerinden. Ama hâlâ yastasın. Gülümsemiyorsun bile. Gözlerindeki canlılık yok. Şen kahkahalarına hasret kaldı bu kulaklar. Sen daha yeni açmaya başlamış bir gülsün." Beni elimden tutup kendine çekti ve sıkıca sarıldı. "Hemen solma. Gözümün önünde solma" dedi saçımı okşarken. Gözlerim yine dolmaya başlamıştı. Her gece kaderime, hayatıma, bahtıma ağlıyordum ama gün içinde gülümsemeye çalışıyordum. Yutkundum, boğazımda kocaman bir yumru vardı ve geçmiyordu. Ne kadar yutkunursam yutkunayım geçmiyordu ve bu benim daha çok ağlamama sebep oluyordu. Gözlerimi sımsıkı kapatıp başımı hünkarın göğsüne yasladım. Artık kendimi güvende hissettiğim tek yer, bu kolların arasıydı. "Ağlama. Gözünden düşen her bir damla kalbimi ne kadar yakıyor haberin var mı altın saçlı kız?" Kendimi ne kadar tutmaya çalışırsam çalışayım boğazımdan bir hıçkırık yükseldi. Dudaklarımı birbirine daha sert bastırdım. Beni göğsüne daha çok bastırdı ve dudaklarını saçlarımda hissettim. Ne zaman onun yanında olsam kendimi en az Ahmet'in yanında hissettiğim kadar güvende hissediyordum. Ve bu beni korkutuyordu. Ahmet'leyken hissettiğim her şeyi, hünkarlayken daha çok hissediyordum. Belki artık Ahmet'e olan hislerim körelmeye başlamıştı, bilmiyordum. Ama bildiğim tek bir şey vardı, hünkarla olmak bana çok iyi geliyordu.

Sırtımı sıvazladiktan sonra omuzlarımdan tutup beni hafifçe geri itti. Ağladığımı görmesini istemiyordum. Artık kimsenin ağladığımı görmesini istemiyordum. Çünkü bu sarayda ağlamak acizlikti. Ağlarsan eğer güçsüzsün. Bu yüzden herkes odasına çekildiğinde, herkes beni uyuyor zannettiğinde yatağıma çekiliyor, yorganın altına giriyor ve sabaha kadar sessizce ağlıyordum. Evet belki de Ahmet'i çok özlüyordum. Ama ağlamamın tek sebebi o değildi. Kimsesizdim. Nazperver bazen uğrayıp Safiye'yi seviyor bazen de bana hünkara karşı hissettiği bitmek tükenmek bilmeyen aşkını anlatıyordu. Aşka olan inancım ne yazık ki Ahmet ile beraber gitmişti ve ben kimsenin aşka olan inancını duymak istemiyordum. Nazperver'in bilerek yapmadığına emindim, ama yine de Nazperver bana aşkı hatırlatıyordu. Sebeplerden bir diğeri ise kendimi çok güçsüz hissetmemdi. Artık gücüm kalmamıştı. Sütüm bile kesilmişti. Safiyem'i artık emziremiyor, karnını annesi olarak ben doyuramıyordum. Bazen keşke diyordum. Keşke Hollanda'da kalıp kralın metresi olsaydım. Belki istemeyerek memnun edecektim onu ama burada da pek memnun, pek istekli sayılmazdım.

Çenemde hissettiğim dokunuş ile düşüncelerimden sıyrıldım. "Başını eğme artık" dedi başımı kaldırarak. Gözlerinin içine bakmaya çekiniyordum. "Edirne'ye gitmek ister misin?" Dedi gülümseyerek. Edirne'ye hiç gitmemiştim ama merak da etmiyor değildim. Başımı salladım, "olabilir" dedim. "Ama siz de gelecekseniz eğer?"

"Geleceğim geleceğim. Seni tek başına göndermem oraya" dedi gülerek. Bende gülümsedim. Ama bu sefer ki içtendi. Heyecanlıydım ve mutluydum. İstanbul'dan uzaklaşmak hem bana çok iyi gelecekti, hemde Edirne'yi merak etmeye başlamıştım. "Yarın gidelim o halde. Ama kimseye söyleme" dedi son cümlesini mutlulukla bastırarak. İçimin aniden kıpır kıpır olduğunu hissettim. Hissettiğim duygudan utanarak başımla onayladım. Edirne... Belki de Edirne'de beni bir çok sürpriz bekliyordu. Kim bilebilirdi?

Arkadaşlar öncelikle ismimin Elif değil ELİFNAZ olduğunu belirtmek istiyorum :)
Tekrardan söylüyorum, kitap 100 oya ulaştığı zaman size çok ama çok güzel bir sürprizim var. Çoğunuzun sevineceğine eminim. Umarım beğenmişsinizdir. Bir sonraki bölümde görüşürüz. Sizce Edirne'de neler olacak? :))

SOPHIE (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin