"Kiminle tartıştığına ve kim için tartıştığına dikkat et Murad!" Duyduğum ses ile Rüyalarımdan ayrılıp gözlerimi araladım. Önce ne olduğunu anlayamamıştım. Yatakta doğruldum. Etrafıma bakındım ama kimse yoktu. Sesler dün gecekinden daha koyu siyah kumaşın arkasından geliyordu. Kulak kabarttım.
"Zeyneb, Sophie bana sığındı ve benim himayemde. Onun ne kadar acı çektiğini bilmiyorsun. Onu biraz tanımaya çalış!" Sonradan gürleyen sesi duyunca irkildim. Demek padişah ve biricik karısı kavga ediyorlardı. Hemde benim için. Gülümsemeden edemedim.
"Onun ne yapmaya çalıştığını göremeyecek kadar kör müsün Murad? Seni benim elimden almaya çalışıyor!"
"Saçmalama Zeyneb... 16 yaşında genç bir kızı kendine rakip görme."
"Kimseyi kendime rakip görmüyorum. Sadece ona çok müsamaha gösteriyorsun. Ahmet Paşa ile evlendirmek de ne demek? Koskoca veziri azamın karısı olma onuruna ne yaptı da erişti?"
"Ben uygun gördüysem eğer kimse karşı çıkamaz. Gerekirse veziri azamımla gerekirse çiftçi ile evlendiririm, gerekirse kendi nikahıma dahi alırım. Şimdi dairene çekil!"
"Ben öyle umursamamazlıktan gelebileceğin biri değilim Murad. Hanedan-ı Osmanlı'ya iki tane Şehzade verdim! Bir daha Sophie'yi görmek istemiyorum."
Kapının açılıp kapanma sesini duydum. Kalbim öyle hızlı çarpıyordu ki avucuma düşebilirdi. Yavaşça yataktan kalktım ve siyah kumaşı yavaşça araladım. Etrafta kimse yoktu. Oysa ki daha demin olan tartışmayı duyduğuma emindim. Teras kapısından içeri giren rüzgar ile titredim. Terasa doğru bakınca birinin arkası dönük bir şekilde sedirde oturduğunu gördüm. Yavaş adımlarla terasa çıktım ve hafifçe reverans yaptım.
"Hünkarım". Sesimi duyunca bana doğru döndü. Gülümseyerek yana kaydı ve yanını işaret ederek "gel Sophie." dedi. Yanına oturacağımı düşününce kızardığımı hissettim. Aynı yavaş adımlarla yürüdüm ve gösterdiği yere oturdum. Kızaran yüzüme bakıp, güldü. "Yanakların kızardı". Hala gülüyordu. Daha da kızardığımı hissettim.
"Burası çok sıcak. Bir de yeni uyandım. O yüzdendir hünkarım." Uykudan uyanır uyanmaz terasa çıktığım için ne yazık ki saçımı düzleyememiştim. Yüzüne daha fazla bakmayıp başımı önüme eğdim. Bukleleri açılmış olan tutamından birini kulağımın arkasına aldım. Çenemi nazikçe tutup başımı kaldırdı.
"Gözlerimin içine bak, Sophie" emir veren ama bir o kadar da yumuşak ses kulaklarıma doldu. Gözlerim, kara gözleri ile buluştu. Niye bu kadar gergindim bilmiyorum ama hiç olmadığım kadar gergindim. Gülümsediği zaman gözlerinin kenarındaki kırışıklıklardan bir süre gözlerimi alamadım. Elini yanağıma koydu ve "benden utanma" dedi. Gözlerimin içine bakıyordu, her ne kadar utansam da gözlerinin içine bakmaktan kendimi alıkoyamadım.
"Bugün Ahmet Paşa ile birlikte meydandaki sarayınıza yerleşeceksiniz. İnşallah her şey gönlünce olur." Dedikten sonra elini yanağımdan usulca çekti ve önümüzde uzanan mavi ipek çarşafa, denize bakmaya başladı. Ben ise ona bakıyordum. Gözleri ufka dalmış bir şekilde, elini dizine koydu ve derin bir nefes aldı. "Buraya gelirken ne düşünüyordun Sophie? Bu denizden gelirken, saraydan içeri girerken, ilk has odaya girerken... ne düşünüyordun?" Gözleri hala ufuktaydı. Neler düşündüğümü anımsarken denize bakmaya başladım.
"O masmavi denizde yol alırken, hiç cihan padişahı ile oturup konuşacağım, bir veziri azam ile evleneceğim ve..."
"Ve?" Bana doğru baktığını hissetmiştim ama denize bakmaya devam ettim.
"Kendime ait bir sarayımın olacağı hiç aklıma gelmemişti" dedim gülümseyerek. Gözlerim gözleri ile buluştuğunda onun da gülümsediğini gördüm. "Kendimi bu kadar güvende hissedeceğim, burayı sayenizde yurdum belleyeceğim de hiç aklımda yoktu doğrusu." Diyerek devam ettim. Elini elimin üstüne koydu ve nazikçe sıktı. "Ben nefes aldıkça kimse sana bir şey yapamaz. Bunu böyle bellesin herkes." Dedi gözlerimin içine bakarak. Elimde hissettiğim sıcaklık ile utanmıştım. Hafifçe gülümsedim.
Sarayın geniş salonunda oturuyordum. Sarayımın geniş salonunda... bu düşüncenin tüylerimi ürperttiğini hissettim. Bu sabah hünkara dediğim gibi, hayalimde dahi böyle bir şey yoktu. Elimi kırmızı ve bordo renklerinin hakim olduğu, gül ve gonca işlemeli sedirin üstünde gezdirdim. Ardından geniş salonun sağ ucundaki yer sofrasına baktım. Upuzun ahşaptan yer masasının üzerinde şimdilik sadece içecek suyun olduğu testi ve iki tane bardak duruyordu. Masanın yanında ise boydan boya belirli aralıklarla konulmuş bordo minderler vardı. İçeriye batmakta olan güneşin son ışıkları süzülüyordu ama şamdanlar çoktan yakılmıştı. Ahşap, üzerinde iki tane güvercin işlemeli kapının açılma sesiyle dikkatimi oraya çevirdim. İçeriye bütün heybetiyle Ahmet Paşa girdi. Oturduğum yerden kalkıp gülümsedim. Gülümseyerek önümde durdu ve ellerini yanaklarıma koydu. Elleri soğuktu. Ve başımı yavaşça eğerek alnımdan öptü. Dudaklarının sıcaklığı ve ellerinin soğukluğu ile birlikte yanaklarımın kızardığını hissettim. Ellerini yanağımdan çekmeden gözlerimin içine baktı.
"Hayırlı akşamlar Sophie.." sıcacık sesi ile karşımda gülümseyen adama baktım. Masmavi gözleri parlıyordu ve gülümseyince yanaklarında birer gamze oluşuyordu. "Hayırlı akşamlar Paşam." Dedim gülümseyerek.
"Bana artık Ahmet diyebilirsin, Sophie" haklıydı. Resmiyete gerek yoktu, kendimi ona Ahmet demeye alıştırmam gerekiyordu. Başımı sallayarak cevap verdim. Elini çekti ve sedire oturdu. Ayaklarını topladı ve kolunun birini sedirin başına koydu. Salonu incelemeye başladı. Gözleri gözlerimi bulduğunda ise gülümseyerek oturmam için hemen yanını gösterdi. Gösterdiği yere çekinerek oturdum.
"Benden utanmana hiç gerek yok, kocanım artık senin. Bir sıkıntın olursa derhal gelip bana söyle. Herkesten önce. " son cümlesini üstüne basa basa söylemişti. Sanırım Hünkar ile olan konuşmalarımızdan haberi vardı.
"Nasıl istersen" dedim gülümseyerek. Bu sahiplenici tavrı hoşuma gitmiş, içimi kıpır kıpır etmişti. Sedirin başındaki elini omzuma koydu ve beni kendine doğru çekti. Bu hareketi üzerine utansamda belli etmemeye çalışarak başımı omzuna dayadım. "Neler çektiğini, başına bu küçük yaşta neler geldiğini çok iyi biliyorum Sophie. Sen isteyene kadar sana dokunmam, sen ne zaman istersen benim olursun." Bu lafları üzerine iyice kızarmış, başımı omzundan kaldırıp öne eğmiştim. Ellerimi kucağımda birleştirip gözlerimi ellerime dikmiştim. Elini omzumdan çekti ve dizlerine koydu. "Yarın akşam yemeğe hünkarımız ve eşi Zeyneb Asime Sultan gelecekler. Kalfalara söyle hünkarımızın sevdiği yemekleri yapsınlar. Onlar biliyorlardır ne sevdiğini. Ben hamama gidiyorum." Dedikten sonra yerinden kalktı ve kapıya doğru yürüdü. Kapı açılıp Ahmet'in arkasından kazandıktan sonra, mutfağa gitmek için kalktım. Yarın için anlam veremediğim bir şekilde heyecanlanmıştım.
Oylar biraz az mı ne? :) birazcık daha oya ihtiyacım var devam etmek için. Bu arada belirtmek isterim ki, bu kitap 18 yaş ve üstüne daha çok hitap ediyor. Ayrıca tekrar ve tekrar söylemeliyim, bu kitap tamamen kurgudur. Gerçek kişi ve olaylarla hiçbir alakası yoktur. Varsa bile tesadüftür. Ve bu kitabın tüm hakları saklıdır. Çok teşekkür ederim. Birazcık daha oy arkadaşlar. Eleştirilere de açığım. İsteyen istediği şekilde yorum yapabilir. Seviliyorsunuz :* ♡♡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOPHIE (TAMAMLANDI)
Historical FictionBen Sophie De Jong. Hollanda'dan kaçıp Osmanlı Sarayı'na, Dördüncü Murad'a sığındım. Gençtim, masumdum, korkaktım. Sonra aşkı tattım, acıyı tattım, ölümü tattım. Eş oldum, anne oldum, kul oldum. Savaştım, yenildim, yendim. Ben artık eski Sophie De J...