BÖLÜM 53

1.1K 60 0
                                    

"Sultanım". Gözlerimi araladığımda bir çift kahverengi gözün tepemde olduğunu gördüm ama kimin olduğunu anlayamıyordum. Her şey bulanıktı. "Çok şükür" dedi tepemdeki kadın. Sesinden rahatladığı anlaşılıyordu ve sesi de pek yabancı gelmiyordu. "Kalkabilecek misiniz?". Firuze miydi acaba? Başka kim benim ayılmama bu kadar sevinebilirdi ki? 

Bulanıklıklar silinmeye, yüzler ise netleşmeye başlamıştı. Düşüp bayıldığımı hatırlıyordum ama ne zamandır bu haldeydim, bilmiyordum. Çok geçtiğini sanmıyordum çünkü hava hâlâ aydınlıktı. "İyiyim" dedim kalkmaya çalışarak. "Biraz daha uzansa-" Firuze'nin lafını kesmek zorunda kaldım, çünkü kalkmak istiyordum. Firuze'nin kolunu tuttum ve ondan destek olarak kalktım. Yatağa getirilmiştim, kim getirmişti ki beni yatağa? "Nasıl geldim ben buraya?" dedim yatağa bakarak. "Harem ağasından rica ettim, sultanım". Başımla onayladım, Kösem Sultan gittikten sonra beraberinde getirdiği harem ağası da onunla gitmişti. Şimdi ise haremdeki gözüm kulağım olan Menekşe Ağa, harem ağası olmuştu. Geçen seneler boyunca, bir dediğimi iki etmemişti ama yine de temkinli olmak istiyordum. Harem ağasıydı sonuçta ve ona verdiğim altının biraz fazlasını verseler başkasına gidecekti. "Şimdi nerede?" dedim yatağın kenarına oturarak. "Taşlığa indi. Ama isterseniz çağırabilirim" dedi Firuze çabucak. Başımı iki yana salladım, "lüzumu yok. Ben kendim giderim". Firuze şaşırmış olacak ki, bir süre kocaman açtığı gözleriyle bana baktı. "Nicedir gitmiyordunuz taşlığa". Firuze haklıydı, Bayezid doğduğundan beri lazım olmadıkça taşlıkta durup kimseyle konuşmuyordum. Çünkü orada çok fazla konuşuluyordu, hiçbirinin ağzı torba değildi ki büzesin. Biri bir şey duyuyordu ve hastalık gibi yayılı veriyordu. Bazı şeyler özel kalmalıydı, saklı kalmalıydı. Bende bu yüzden gitmek istemiyordum oraya. 

Taşlığın yerden göğe kadar olan kapısı sonuna kadar açıktı. Kızların bir kısmı kenarda oturmuş nakış yapıyorlardı. Bir grup kenara toplanmış kıkırdıyorlardı. Ne kaynatıyorlar acaba dedim içimden. Allah bilir kimi çekiştiriyorlardı. Diğer kızlar yer masalarına oturmuş, bir şeyler yeyip içiyorlardı. "Gülnaz Kalfa" dedi Firuze arkamdan. Kalfa beni görür görmez eğilerek selam verdi. "Kızlar top-". Elimle susturarak gülümsedim, "lüzum değil Gülnaz. Bırak devam etsinler. Sen bana Menekşe Ağa nerede onu söyle". Gülnaz etrafa bakındı. "Menekşe Ağa!" Başka bir harem ağası olan Sümbül Ağa ile konuşuyordu, Menekşe Ağa. Saraya geldiğim ilk zamanlar harem ağalarının çoğu akağaydı. Kimisi Ermeni idi, kimisi Gürcü. Şimdi ise harem ağalarının hepsi karaağaydı ve hepsinin ismi bir çiçek ismiydi. Sebebini anlamıyordum ama bir süre sonra dilim alışmıştı. Menekşe Ağa beni görür görmez kaftanının eteğini tuttu ve hızlı adımlarla yanımıza gelip eğildi, "sultanım" dedi. "Çekilebilirsin Gülnaz" dedim ve Menekşe Ağa'ya yaklaştım. "Nazperver Sultan uğradı mı bugün buralara?" dedim fısıldayarak. Menekşe Ağa başıyla onayladı, "ama şehzademiz Ahmed gelmemişti, sultanım".

Taşlıkta kızlarla oturmuş Osmanlı kahvelerimizi yudumluyorduk. "Sultanım, şehzademiz Bayezid ve Osman nasıllar?" dedi içlerinden birisi. Gülümsedim ve biten kahvemi masanın üstüne koydum, "iyiler çok şükür". Hemen yanımda oturan kız gülümseyerek bana baktı, "sultanım isterseniz kapatın da fal bakayım". Şimdiye kadar burada ne çok fal bakılmıştı. Ama ben hiçbirine inanmamıştım, bana söylenilenleri hatırlamıyordum bile. "Kapatayım bakalım" dedim ve içeriye doğru döndürerek kapattım. Altın yüzüklerimden bir tanesini ise kahve fincanının üstüne koydum. Yanımdaki kız bir süre geçtikten sonra parmağını hafifçe diline değdirip fincanın üstüne koydu. "Soğumuş" dedi diğer kızlara bakarak. Edalı bir şekilde aldı ve fincanı açtı. Bir süre telveye baktıktan sonra gözleri fal taşı gibi açıldı. "Bir bebek var, sultanım" dedi gülerek. "Zeyneb Asime Sultan gebe ya, doğumu yakındır". Derin bir nefes alıp bunu söyleyen cariyeye döndüm. Cariye sırıtarak bizi izliyordu, "sen sussana biraz" dedi fal bakan kız. Bir şey demek istemiyordum çünkü ona cevap vererek kendimi düşürürdüm. Cariye koğuşunda, daha Murad'ın hasodasına giden altın yoldan bırak geçmeyi, göz ucuyla bile bakamamış kızlarla laf dalaşına giremezdim. "Bir gün gelecek, her şey kararacak. Kapkaranlık bir zamanda, bir ışık var". Ardından kahverengi gözlerini bana çevirdi ve endişeyle baktı, "ölüm var sultanım. Hayırlı bir ölüm var". 

SOPHIE (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin