Mektubu tekrar ve tekrar okudum. Hala İstanbul'da olduğuna inanamıyordum. Çok tehlikeliydi. Ölümüne bile sebep olabilirdi. Ürperdiğimi hissettim. Her ne kadar geçmişte kaldıysa da, onun ölümünü düşündükçe ürperiyordum. Ve bana yaptıklarından sonra bile, ona bir şey olmasını istemiyordum. O aşina olduğum el yazısına tekrar baktım.
Sophie...
Seni ve kızım Safiye'yi ne kadar özlediğimi anlatmaya kelimeler yetmez. Sana her şeyi anlatacağım, her sırrımı, şuan niye ayrı olduğumuzu. Her şeyi anlatacağım, yeter ki gel. Şu güneş yüzüyle artık griye dönen hayatım bir anlığına aydınlansın. Sana bu mektubu veren kişi, seni tekrar bulacak. Ona cevabını verirsin, başka kimseye güvenme. O saraydaki kimseye hiçbir konuda güvenme.
Onu görmek istiyor musun diye sordu içimdeki ses. Evet diye çığlık attı kalbim, ama aklım onu hemen susturdu. Ne yapacağımı bilmiyordum, hiç bilmiyordum. Sedirden kalktım ve hemen yanımda duran şamdanın ucundaki titreyen aleve baktım.
4 Yıl Önce
"Sence kız mı olacak yoksa erkek mi?" Dedim şişmeye başlayan karnımı okşayarak. Güldü, o kadar güzel bir gülüştü ki bu, açan çiçeği kıskandırırdı. "Sağlıklı olsun, gerisi benim için önemli değil." Yüzümü buruşturdum. Mutlaka kalbinden geçen bir şey vardı. "Mutlaka kalbinden geçen bir şey vardır" dedim masmavi gözlerine bakarak. Bir süre gözlerimin içine baktı. Elini yanağıma usulca koydu. "Sophie..." dedi fısıldayarak. Yanaklarımın kızardığını hisseder hissetmez gözlerimi kaçırdım. Gülümsemeden edemiyordum. Bana öyle bir bakıyordu ki, karşısında çırılçıplak kalmışım gibi hissediyordum. Kalbimi bile görebiliyordu. Bir adamın, bir kadını bu kadar sevmesi mümkün müydü? Önceden söyleseler kesinlikle inanmazdım diye düşündüm. Ama o beni seviyordu, Ahmet beni seviyordu ve bunu göstermekten çekinmiyordu. Her fırsatta, onu o olduğu için sevdiğimi söylüyor ve bunun için Allah'a şükürler ediyordu. Alnımda bir sıcaklık hissettim.
Dudaklarını alnımdan ayırmadan "kızımız olsun" dedi. Yanağımda ki eli yavaşça yanağımı okşadı. "Saçları senin gibi altın gibi olan, gözleri seninki gibi deniz mavisi olan..." yanağımdaki eli çeneme kaydı ve başımı kaldırdı. Gözlerimin içine, en derinine baktı. "Pamuk bir teni olan..." gözü boynuma kaydı. Ardından yavaşça yaklaşıp boynuma bir öpücük kondurdu. Tüylerimin şaha kalktığını hissettim. Onun her öpücüğü, her dokunuşu bende bu hissi veriyordu. Öyle güzel bir histi ki bu. Ömrümün son gününe kadar yaşamak istediğim bir histi. "Kirazlara ah çektiren dudakları olan..." dudakları bu sefer dudaklarımdaydı. Kalbimin nasıl hızlı attığını kelimelerle anlatamazdım. Gözlerimi kapattım ve sımsıcak öpüşünün keyfini çıkardım. "Bir kızımız olsun." Dedi dudaklarını dudaklarımdan ayırmayarak. "Seni seviyorum Sophie. Beni bu halimle kabul edip, sevdiğin için seni seviyorum. Dünya bu kadar kötü bir yerken, kalbindeki iyilikleri öldürmediğin için seni seviyorum."
Gözlerimdeki yaşları hızla sildim. Ağlamamalıydım. Bana yalan söyleyen bir adam için, beni ve kızımızı tek başımıza bıraktığı için ağlamamalıydım. Omuzlarımı dikleştirdim ve mektubun ucunu şamdanda adeta dans eden, kırmızı bir melek gibi duran ateşe yaklaştırdım. Ucunun yavaş yavaş siyahtan sarı, sarıdan turuncu ve turuncudan kırmızıya döndüğünü ve hızla ilerlediğini seyrettim. Mürekkep birbirine giriyor, ardından yerini siyaha bırakıp, külünü yere düşürüyordu.
Şamdanın yanı başında duran, elimi yüzümü yıkadığım su dolu tasa attım parmağımda sıcaklık hissettiğim anda. Suya atar atmaz, ateşin suda aniden sönme sesi kulaklarımı doldurdu. İşte böyle yanıyorsun, Sophie. Evet, kalbim yanıyordu. Alev almıştı herkese, her şeye. Kağıdın nasıl rahatladığını düşündüm. Benimde ateşimi böyle söndürüp, rahatlatacak bir şey, bir kimse çıkıp gelseydi keşke...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOPHIE (TAMAMLANDI)
Fiksi SejarahBen Sophie De Jong. Hollanda'dan kaçıp Osmanlı Sarayı'na, Dördüncü Murad'a sığındım. Gençtim, masumdum, korkaktım. Sonra aşkı tattım, acıyı tattım, ölümü tattım. Eş oldum, anne oldum, kul oldum. Savaştım, yenildim, yendim. Ben artık eski Sophie De J...