Son bölüme gelen okuma sayısı ve oy ne yazık ki beni pek mutlu etmedi. Yapılmayan yorumları saymıyorum bile. Ama yine de bölüm yazma zorunluluğu hissediyorum kendimde. Ufukta ne yazık ki erken final görünüyor arkadaşlar. Bunu bilmeye hakkınız var diye düşünüyorum. İyi okumalar..
Geceyi benim yanımda, benim yatağımda, benim kollarımın arasında geçirmişti ve bundan hiç pişman olmadığını defalarca söylemişti. Sabah onu uğurlarken dudağımın kenarına küçük bir öpücük kondurmuş, beni özleyeceğini söylemiş ve yeni doğan kızı Zülal Uğan'ın yanına gitmişti.
Sıcak ve rutubeli hamamda yıkanırken keşke o da burada olsaydı diye düşünmeden kendimi alamadım. Şuan burada olsaydı kucağına oturur, onu uzun uzun öperdim. Onu yıkar, onun da beni yıkamasına izin verirdim. Düşündüğüm şeylerden dolayı yanaklarımın kızarmaya başladığını hissettim. Sıcak su yüzünden büzüşen ellerimi yanaklarıma koydum ama bu daha çok kızarmalarına sebep oldu. Pes ederek elimi yanaklarımdan çektim ve bakır, lale işlemeli tası son kez suya batırarak başımdan aşağıya döktüm. Su bana iyi geliyordu. Hamamın sessizliği o kadar güzeldi ki, musluktan damlayan su sesini ahenkle kulaklarıma dolduruyordu. O kadar ferah bir havası vardı ki. Beyaz ve açık kahverengi mermerlerin oluşturduğu hamam, ortasında kocaman bir taş bulunduruyordu. Taşın üzerinde koyu kahverengi büyük bir çiçek deseni, ortasında ise beyaz beyaz küçük, kenarlı şekiller barındırıyordu.
Oturduğum mermerden kalkarak yavaş adımlarla ortadaki taşa doğru gittim. Elimle üzerindeki nemi sildim. Ben siler silmez tekrar nemlenen taşın üzerine çıktım ve sırt üstü uzandım. Üzerimdeki havluyu sıyırdım ve sırtım ortamın sıcaklığına kezat, soğuk mermere deydi. Ürperdiğimi hissettim ama vücudumun ısısıyla bir süre sonra mermerde ısınmıştı.
Beynimi boşaltmaya ihtiyacım vardı. O kadar çok şey yaşamıştım ki, Osmanlı'ya geldiğimden beri. İlk geldiğimde korkak, çekingen bir kızdım ve Yahudi bir tüccar kadının evine yerleşmiştim. Annemin ve babamın öldüğünü, benim de yapayalnız kaldığımı, buraya gelip ticaret ile ilgilenmek istediğimi söylemiştim. Kadın ilk başta bana inanmamıştı. Ama ardından gözyaşlarına boğulmamla kadın bana acımış, evindeki odanın birini bana vermişti. Kira ödeyemeyeceğim için, evin bütün işlerini yapmayı teklif etmiştim ve kadın beklenmedik bir şekilde hemen kabul etmişti. İki katlı evi neredeyse her gün baştan aşağıya temizliyor, bulaşıkları yıkıyordum. Yemek yapmayı bilmediğim için, yemekleri evin sahibi yapıyordu. Uzun süre boyunca ne o bana adımı sormuştu, ne de ben ona. İbranice bildiğimden dolayı kadınla rahatça anlaşabiliyordum. Kadın beni Yahudi sanıyordu, bu yüzden boynumdaki haç kolyesini çıkarmış, yastığımın altına koymuştum. Her şey çok güzel gidiyordu, ta ki beni pazara gönderip, evde kendisi durana kadar. Osmanlıca bilgim olmadığından, kimseyle anlaşamamıştım. Sadece kadının yazıp, elime tutuşturduğu, üzerinde Arap harfleri ile yazılmış bir listenin olduğu kağıdı, alışveriş yapacağım esnafa veriyordum, o ise bana orada yazanları verip, parayı alıyordu. Eve geldiğimde kadınla birlikte salonda oturan gayet şık giyinimli, üzerinde mor kaftanı olan, kafasında ise siyah hotorozlu bir başka kadınla karşılaşmıştım. Salona girer girmez ikisi de dönüp bana bakmışlardı. Mor kaftanlı kadın yerinden kalkarak bana doğru yaklaşmıştı. Soru soran gözlerle ev sahibine bakmıştım ama o bana bakmıyordu, pencereden dışarıyı izliyordu. Mor kaftanlı kadın daha da yaklaşmıştı ve beni baştan aşağı süzmüştü, kahverengi gözleri her yerimde dolaşıyordu. İki gün sonra evin kapısı sertçe çalınmıştı ve içeriye 2 heybetli erkek girmişti. Ben daha ne olduğunu anlamadan koluma yapışmışlar ve beni dışarıya çıkarmışlardı. Ev sahibine dönüp onları durdurması için yalvarmıştım ama onun yaptığı tek şey, yanıma gelip, buz gibi gözlerle bana bakıp, avcuma haç kolyemi koymak olmuştu.
O günleri hatırladıkça gözlerimin dolmasını engelleyemiyordum. Gözlerimi sımsıkı kapadım ve şakaklarımdan süzülen yaşları hissettim. Derin bir nefes aldım ve ses hamamda bir süre yankılandı. Taştan kalktım ve yavaş adımlarla hamamın içindeki odaya geçtim. Burası hamama nazaran daha ılık ve nemsizdi. Üzerime pembe ve kırmızınin hakim olduğu bir kaftan giyerek, bir sure bekledim. Kendime gelmeye ihtiyacım vardı. En sonunda saçımı dağınık bir şekilde topladım ve hamamdan çıktım.
1 Ay Sonra / Edirne Sarayı
Şehzade İbrahim ile olan düğünüm yeni bitmişti ve ben odama geçip, yatağın ucuna oturmuştum. Adetlere uygun olarak kırmızı bir kaftan giymiştim. Kalfa alelacele gelip kırmızı bir tülü kafama takmıştı ve yüzümü o kırmızı tül ile yapatmıştı. Her ne kadar aramızda bir şeyin geçmeyeceğini bilsem de, yine de bir şey söylemedim. Bu geceyi Şehzade İbrahim ile geçirmeliydim ama değil gerdek gecesi, aynı yatakta bile yatmayacaktık. Hünkarın söylediği böyleydi en azından. Bir süre mumlarla aydınlatılmış loş odaya göz gezdirdim. Hünkarın odası kadar olmasa da oldukça genişti. Beyaz yatak örtüsüne zıt bir şekilde dikilmiş kahverengi perdeler, dışarıdan gelen ay ışığını kesiyordu. Yan tarafta boylu boyunca uzanan bir tümseğin üzerinde, pencerelerin önüne konulmuş uzun bir sedir vardı. Sedir, kırmızı ve koyu yeşil ağırlıklıydı. Sedirin hemen önünde bakır bir tepsi duruyordu. Odanın sessizliğinde nefes alışverişlerimi duyuyordum. Kendi nefesimin sesi olmasaydı kalbimin sesini duyabilecektim. Neden bu kadar heyecanlı olduğumu bilmiyordum.
Kapının açılmasıyla bütün dikkatimi oraya verdim. İçeriye giren kişiyi görür görmez kalp atışlarım daha da hızlı atmaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOPHIE (TAMAMLANDI)
Ficción históricaBen Sophie De Jong. Hollanda'dan kaçıp Osmanlı Sarayı'na, Dördüncü Murad'a sığındım. Gençtim, masumdum, korkaktım. Sonra aşkı tattım, acıyı tattım, ölümü tattım. Eş oldum, anne oldum, kul oldum. Savaştım, yenildim, yendim. Ben artık eski Sophie De J...