BÖLÜM 67

896 45 7
                                    

"Mustafa!" Mustafa bahçede düşmüş ve dizlerini kana bulamıştı. "Mustafam bu hâl ne?". Yanına koştum ve diz çökerek saçlarını okşadım. Ardından arkasındaki cariyelere baktım, "siz ne yapıyordunuz bu olurken, ha?". Bağırmamdan korkan cariyeler çabucak başlarını öne eğdiler. "Çok mu acıyor?" dedim yarasına bakarken. Giydiği kaftanı sıyırdım ve bembeyaz teninin üstünden akan kana baktım. Dokunmaktan korkuyordum, canını acıtırım diye korkuyordum. Mustafa başını iki yana salladı, "acımıyor" dedi. Gözlerine baktığımda ise rahatlamıştım. Bir damla bile göz yaşı yoktu, aksine düşüp yaralandığı için kendiyle gurur duyuyor gibi bir hâli vardı.

"Validem!" Safiye'nin sözleriyle anılarımdan sıyrıldım. Ne oluyordu hâlâ anlamıyordu. "Validem" dedi yine. Ama bu sefer fısıltıyla çıkmıştı. Safiye'nin gözlerine bakınca dolu olduğunu, hatta kızardığını görmüştüm. "Allah'ım sen koru!", Zeyneb Asime bir hışımla kalktı ve alelacele eteklerini tutarak taşlıktan çıktı. Tüm cariyeler kalkmıştı ama yerlerinden kıpırdamıyorlardı. Hepsi bir şeyler fısıldaşıyor, acıyan ve anlamayan gözlerle bana bakıyorlardı. Şehzadelerimiz yanıyor.

Odanın önüne gelene kadar, tam olarak hiçbir şeyi idrak edememiştim. Odadan hâlâ dumanlar çıkıyordu. Odanın önü o kadar kalabalıktı ki, kapıyı zor görüyordum. Başımı diğer kalabalığa çevirdiğimde Zeyneb Asime, şehzadelerinin hepsine sarılıyor, öpüyor, kokluyordu. Her adımımda önümdeki herkes çekiliyor, bana acıyan gözlerle bakıyordu. Kalbim ağrıyordu, hem de çok. Bir parça yoktu, gitmişti sanki. Bildiğim her duayı okuyordum içimden. Hem de her duayı. Sen çocuklarımı koru.

Önümde kimse kalmayınca ilk gördüğüm yüz Murad'ın ki oldu. Murad'ın gözleri, gözlerimle buluştuğunda onun da aynı acıyı çektiğini fark ettim. Onun da kalbi ağrıyordu. Murad gözlerini kapattı ve bir damla yaşın sakallarına karıştığını gördüm. Hemen diğer tarafa döndü ve eliyle sildi. Başım dönüyordu, sanki tüm saray, tüm İstanbul, tüm Osmanlı ayaklarımın altından kayıp gidiyordu. "Validem", Safiye arkamdan fısıldamıştı, ellerini kollarımda hissediyordum. Sesi neden titriyordu ki? Anlamıyordum. "Şehzadelerim nerede?" dedim istemsizce. Sesimi duyunca fark ettim sualimi. Murad bana baktıktan sonra yere baktı. Bakmak istemiyordum. Murad'ın bakmamı istediği yere bakmak istemiyordum. "Hayır" dedim. Bakmayacaktım. Biliyordum, canım daha çok yanacaktı.

Neden bir insan istediklerini yapamıyordu da istemediklerini yapıyordu çoğu zaman? Neden kendi bedenine söz geçiremiyordu ki? Murad'ın baktığı yere bakınca, dona kalmıştım. Sapsarı, kıvırcık saçlı oğlum... Mustafa'm. Ne olmuştu öyle saçlarına? Her yeri kül içerisindeydi, çok çirkin duruyordu. Şehzademe yakışmıyordu. Dizlerimin üstüne çöktüm ve saçlarındaki külleri temizlemeye başladım. Ne çok severdim Mustafam'ın saçlarını okşamayı. Yumuşacık, ipek gibiydi. Parmaklarımı buklelerine dolardım, o da hemen dizimde uyuyuverirdi. "Hamamı hazırlayın, şehzademin kirini temizleyelim. Hep kirlenmiş aslanım" dedim. Kimseden ne bir ses çıktı, ne hareket ettiler. Gözlerin bende olduğunu hissediyordum. Saçmaydı, şehzademi ben hep hamama sokardım ki. "Hadi kalk, Mustafa" dedim omuzlarını tutarak. Kalkmadı, gözleri kapalıydı ve hareket etmemişti. "Mustafa, hadi oğlum" dedim. Yine kıpırdamadı. Uyan oğlum.

"Oğlum..." dedim fısıltıyla. O beni duyardı. Sesimi duyardı, ben kalk dediğimde kalkardı. Uykusu kuş gibiydi, en ufak bir sese gözlerini açardı. Şimdi niye açmıyordu? "Sophie" Murad'ın sesi çok yakından geliyordu, yanımda diz çökmüş olmalıydı ama ben Mustafa'mdan gözlerimi alamıyordum. "Murad, sen seslen, uyanır o zaman". Sonra Murad'a döndüm, buğulu görüyordum. Gözlerim mi dolmuştu? "Bazen uyuyormuş gibi kandırırdı beni, ama gülerdi sonrasında. Ele verirdi kendini" dedim ve Murad'ın elini tuttum, "uyandır oğlumuzu, seni kandırmaz". Murad'ın da benim gibi gözleri doluydu, "Sophie, lütfen" dedi fısıldayarak. Mustafa'ya döndüm, minik elleri de hep kir pas içindeydi. Ne yapmışlardı oğluma? Yine çamura mı batmıştı acaba? Ellerini tuttum, buz gibiydi. İçimi ürperten, tüylerimi şaha kaldıran bir soğukluktu bu. "Üşüyor" dedim ve omzuma attığım şalı alelacele çıkardım. Mustafa'nın üstüne örttüm, "hasta olacak" dedim. Ağlamak istiyordum, avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Kabul etmek istemiyordum.

SOPHIE (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin