BÖLÜM 24

2.4K 94 4
                                    

Umarım bir önceki bölümü beğenmişsinizdir :) Fazla gecikmeden 24. bölümü de yazayım bari. İyi okumalar :) ♡

5 Yıl Önce/ Hollanda

Sophie henüz 16 yaşındayken...

Sıradan bir yaz günüydü, köşkümüzün büyük ve aydınlık salonunda oturuyordum. Beyaz, üzeri küçük renkli çiçeklerle bezeli geniş koltuğun üzerinde, evde yalnız olmamın verdiği rahatlık ile bacaklarımı uzatmış, kitap okuyordum. Hâlâ Mark'ın kollarımın arasında can verdiğini, son sözlerini, ardından bıraktığı büyük keder ve acıyı hatırlıyordum. Sayfanın ilk cümlesini yaklaşık onuncu kere tekrar okuduktan sonra, kenara bıraktım. Üzerinden bir yıl geçmesine rağmen rüyalarıma giriyor, beni çığlıklar ve gözyaşı içinde uyandırıyordu.

Çocukluğumun her gününü beraber geçirdiğim, en kötü zamanlarımı birlikte atlattığım, en büyük sırlarımı söylediğim arkadaşım sırf beni mutlu etmek için hayatından olmuştu. Arkadaşım diye geçirdim içimden. Hayır, o benim arkadaşım değildi. O benim sevgilimdi. Ailelerimiz nişan işini bile konuşmaya başlamışlardı. Tek eksik, yüzüktü. En azından herkese nişanlı olduğumuzu göstermek için tek eksik oydu. Bütün balolara beraber katılır, beraber ayrılır, balodayken başka kimseyle dans etmez, sadece ikimiz geceye kadar dans ederdik. Babam bir keresinde sinirlenip, anneme Mark'ın da benim gibi bir çocuk olduğunu, anneminde bizim nişan hayallerimize ortak olmasını annemin çocukluğu olduğunu söylemişti. Annem ise ciddi bir sesle Mark'tan iyisinin zor bulunduğunu, babamla benim yaşımdayken evlendiğini, bu yüzden artık benim çocuk olmadığımı söylemişti. O günden beri babamın tasvip etmeyen bakışları altında Mark ile buluşmuştum. Ama babam tek bir kelime dahi edemiyordu. Annemin haklı olduğunu çok iyi biliyordu çünkü.

Kapının çalınmasıyla daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Bacaklarımı uzattığım kanepeden indirdim ve üzerime çeki düzen verdim. "Girin" dedim sesimin daha demin ki düşüncelerimin kanıtı olarak yorgun çıkmasına aldırmadan. İçeriye biz klasik Hollandalıların her özelliğini taşıyan uzun boylu, beyaz tenli, siyah saçlı, ela yeşil gözlü uşağımız girdi. Başıyla bana selam verdikten sonra, elindeki küçük tepsiyi bana doğru uzattı. İçinde duran bordo kart ile kimin geldiğini daha elime alıp kimin geldiğine bakmadan anlamıştım. Kalbimin hızla çarptığını, soluk alış verişlerimin hızlandığını hissedebiliyordum. Yine de kartı açtım ve el yazısı ile yazılmış isme baktım, Maria Johanna Van der Meer.

Olaydan 5 Yıl Sonra / Osmanlı İmparatorluğu-Topkapı Sarayı

"Sophie!" Zeyneb Asime'nin sesini duyar duymaz sinirlerim geriliyordu. Tekrar arkamı dönüp ona baktığımda, bana doğru geldiğini gördüm. Üzerinde erguvan rengi, saten bir kaftan vardı. Siyah saçlarının ucundaki bukleler, hoyratça omuzunun aşağısından iniyordu. Gözlerimi her adımında yukarı aşağı ahenk ile hareket eden buklelerinden ayırıp, mavi gözlerimi adeta delip geçen yeşil gözlerine diktim. "Sultanım" dedim yanıma geldiği zaman. Tam önümde durmuş, omzumun üstünden Maria'ya bakıyordu. "Bu kim?" Dedi gözleri tekrar gözlerimle buluştuğunda. "Yeni gelen bir cariye. Hizmetime almaya geldim" dedim ciddi bir şekilde. Maria'yı gerçekten hizmetime almam gerekiyordu. Yanımdan ayrılmaması lazımdı. Bana tepeden bakan gözleri karşısında daha fazla dayanamayıp Maria'ya döndüm. "Benimle gel" dedim aynı ciddi ses tonumla. Maria istifini hiç bozmadan bana bakmaya devam etti. "Benimle gel" dedim bu sefer Hollandaca.

"Buraya hünkarı görmeye geldim" dedi sadece benim anlayabileceğim dilden. Yavaş yavaş sinirlenmeye başladığımı hissediyordum. "Ne konuşuyorsunuz siz?" Zeyneb Asime'nin sesi kulaklarıma dolduğunda, hıncımı ondan çıkarmamak için kendimi zor tuttum. "Sultanım" dedim dişlerimin arasından. "Kendisi Osmanlıca bilmediği için, kendi dilinden konuşuyoruz". "Eğer hizmetine alacaksan da, git başka yerde al. Elalemin gözü önünde konuşmayın. Biraz tertip öğrenin" der demez artık canıma tak etmişti. "Sultanım, neredeyse iki senedir bu sarayda kalıyorum, biliyorsunuz. Tertibi, düzeni çok iyi biliyorum. Hünkarımız bende bir sorun bulamamış olacak ki, beni önce veziri azamıyla, daha sonra kendi öz kardeşiyle evlendirdi. Eğer hünkarımız bende bir sorun bulmadıysa, siz bulsanız dahi önemli değil" dedim ve Maria'ya döndüm "konuşmamız lazım. Benimle gel" dedim Hollandaca. Pes etmiş olacak ki, başıyla onaylayıp benim yanıma geldi. Zeyneb Asime'nin yüzüne dahi bakmadan koğuştan çıktık. Maria ile konuşacaklarımı toparlamaya çalışıyordum. Hünkar ile görüşmek için geldiğini söylemişti. İyi de onu kim göndermişti? Ya da benim burada olduğumu biliyorlar mıydı? Bana gözdağı vermek için mi gelmişti? Onu yanıma alarak iyi mi etmiştim? Hünkara söylemeli miydim? Allahım dedim içimden. Sen beni ve çocuğumu koru...

SOPHIE (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin