Zeyneb Asime odama bir hışımla girdi. "Sen kimsin ki benim arkamdan iş çevirmeye kalkarsın?". Bir yandan da parmağını bana doğrultmuş, yavaş adımlarla yaklaşıyordu. Hızlıca kalktım ve omuzlarımı dikleştirdim. Zeyneb Asime gibi biri benim odamda beni bu şekilde azarlayamazdı. "Kendine gel, düzgün konuş" dedim ona doğru bir adım atarken. "Sophie, beni deli etme hatun" dedi dişlerinin arasından ve kolumu sıkıca tuttu. "Senin derini yüzdürürüm, densiz!" Beni kendine doğru çekip gözlerimin içine baktı. Gözlerinde çakan şimşekleri, deli gibi dalgalanan denizi görebiliyordum. "Ahmet suçsuzdu, Zeyneb Asime. Onu sırf kendi çıkarların için öldürttün". Kolumu hızla ellerinin arasından kurtardım. Acıyordu ve bu acı beni daha da öfkelendiriyordu. "Bakalım hünkarımız bunu duyduğunda ne tepki verecek?". Bu sözüm üstüne bir süre bana baktıktan sonra kahkahalarla güldü. Yay gibi gerilmiştim, Zeyneb Asime'yi şuan oracıkta öldürmemek için kendimi zor tutuyordum. Onu öldürmesi gereken kişi ben değildim, kendi kendini öldürecekti zaten. "Murad senin gibi yeni yetme bir cariyeye mi inanacak yoksa has hasekisine mi? Sen kimle uğraştığını sanıyorsun gerçekten Sophie?" Bana biraz daha yaklaştı. Şimdi nefesini duyabiliyordum. "Yoksa" dedi ve yüzümü sırıtarak inceledi. "Beni kendi dengin mi sandın?" Ardından güldü ve devam etti, "öğrenecek daha çok şeyin var hatun. Boyundan büyük işlere girme".
"İspatlayacağım Zeyneb Asime. Senin Ahmet'i öldürdüğünü, Ahmet'in suçsuz olduğunu ispatlayacağım". Zeyneb Asime'nin gülümsemesi daha da yayıldı. "Bakalım hünkarımız, cariyesinin hala eski kocasını araştırmasını nasıl karşılayacak?" dedi ve arkasını döndü. Başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Hiç böyle düşünmemiştim, Murad çok sinirlenirdi ve bu sefer affetmezdi. Gözümün önünde birden Murad'ın çakmak çakmak yanan gözleri geldi. Dudağı çizgi gibi gerilmişti. Tam gözlerimin içine bakıyordu, ölüm fermanımı gördüm gece gözlerinde. "Zeyneb Asime!", kapının eşiğinde durdu ve omzunun üstünden bana baktı. "Yapma" dedim fısıldayarak. Zeyneb Asime bir süre öylece bekledi. Kapıyı açtı ve çıkmadan evvel tekrar durdu. "Bunu sen istedin, Sophie" dedi ve çıktı. Kapının arkasından kapanmasını izledim, ahşap işlemeli kapı kapanmıştı ve ben daha fazla dayanamadım. Bacaklarım beni taşımak için çok güçsüzlerdi. Yüküm çok ağırdı. Kendimi yere bıraktım. Kalbimin atışını duyabiliyordum. Ben daha demin ne yapmıştım? Kendi ölüm fermanımı hazırlamıştım. İlk Murad'ın odasına girişimi hatırladım. Zeyneb Asime'nin yeşil gözleri benim üstümdeydi. O zaman düşündüklerim yankılanıyordu kulağımda. Zeyneb Asime, benim cellatımdı.
"Sultanım", bir eli omzumda hissedince sıçrayarak uyandım. "Affedin sultanım, korkutmak istemedim". Firuze'nin yüzü ışık saçıyordu resmen. Benim tam aksime. "Hayırdır, hatun?" dedim. Pencereden giren ışık tam gözüme geldiği için gözlerimi kapattım. "Hayır, sultanım" dedi ve devam etti. "Hünkarımız Bağdat'ı fethetmiş sultanım. Geliyor, hünkarımız geliyor". Gözlerimi açıp Firuze'ye baktım. Rüyada mıydım? Murad geliyordu. Hemde zaferiyle geliyordu. "Allahım çok şükür" dedim ve gözlerimden akan yaşları o an fark ettim. Firuze hemen yanı başıma oturdu ve ellerimi tuttu. "Bitti sultanım, kötü günler bitti". Firuze'ye baktım. Bitmiş miydi gerçekten? Ya da daha kötü günler mi bekliyordu beni? "İnşallah, Firuze" dedim ve ellerimle yüzümü kapattım. Hıçkırıklar ardarda geliyordu, gözyaşlarım da aynı şekildeydi. Firuze'nin bana sarıldığını hissettim, birisine sarılmayı ve gözyaşlarımın son damlasına kadar ağlamayı çok istiyordum. Rahatlamıştım aslında. Murad'ı her düşündüğümde burnum sızlıyor, kalbim sıkışıyordu. Onu çok özlemiştim, sesini unutmaya başlamıştım bile. Bunu istemiyordum, herkesin sesini unutmaya razıydım. Ama Murad'ın sesini asla. "Sultanım bu gözyaşlarının sebebi sadece hünkarımıza duyduğunuz özlem mi?" dedi Firuze, kulağıma fısıldayarak. Hayır, değildi. Korkuyordum. Zeyneb Asime'den, beni bekleyen şeylerden, çocuklarımın acısını görmekten korkuyordum. Safiye'yi öldürmezdi Murad. Ama Safiye her gün ölmek için dua edecekti ben öldükten sonra. Bayezid ise olan biteni bilmeksizin, ağlayacaktı. Beni isteyecekti cellatın kucağındayken. Ne yapacaklardı acaba? Boğmak için çok inceydi boynu. Kırılırdı hemen. Kalbimin ağrısıyla inledim. Düşünceleri canımı acıtıyordu. "Sultanım" dedi Firuze. Başımı salladım, Firuze de zaten ölecekti büyük ihtimalle. Bana itaat eden herkes tek tek ölecekti. "Ben çok büyük bir hata yaptım, Firuze" dedim başımı kaldırıp ona bakarken. Gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim ama yenileri geliyordu. "Zeyneb Asime'ye hesap sordum Ahmet'in ölümüyle ilgili. Biliyorum çünkü Ahmet'i Zeyneb Asime öldürdü. Ahmet suçsuzdu". Bir hıçkırık sözümü kesti. Firuze saçımı okşadı bir abla gibi, bir kardeş gibi, bir anne gibi. Sahip olmadığım herkes gibi... "Zeyneb Asime ise Murad'a benim hala eski kocamı unutamadığımı, onu araştırıp durduğumu söyleyeceğini söyledi" dedim ve tekrar ellerimle yüzümü kapatıp tuttuğum hıçkırıkları ardarda saldım. Firuze bir şey demeden bir süre bekledi, o da anlamıştı başımıza neler geleceklerini. "Siz bu saray için fazla iyisiniz, sultanım" dedi ve beni tekrar kendine çekip saçımı okşamaya devam etti.
2 Ay Sonra...
En güzel kaftanımı seçmiştim. En güzelini ve en yenisini. Lacivert kaftanın üstünde gümüş rengi işlemeler vardı ve bu işlemeler belimden üstünü kaplıyorlardı. Kaftanımın eteği ise dümdüzdü. Kollarımın yarısından sonra lacivert ipek tül iniyordu dizlerime kadar. Saçlarımı açık bırakmak istemiştim. Sarı buklelerimin birazını omzumdan göğsüme doğru almıştım. Geri kalanı arkadaydı ve belime kadar geliyorlardı. Saçlarımı kestirmek istemiyordum, bana eski beni hatırlatmalarını istiyordum. Gözlerim bile eski bakmıyordu artık aynadaki aksime. Saçlarıma kıymak istemiyordum, her telde bir anı vardı sanki. Güldüm, "geldiğin hale bak, Sophie" dedim aynadaki aksime bakarak. "Ben de gelmek istiyorum" dedi Safiye, kollarını birleştirerek. Ona baktım, hanedandan olmadığı için gelemeyeceğini söyleyemezdim ona. "Kızım, söz seni hünkarımıza götüreceğim. Ama şimdi olmaz". Firuze Safiye'yi kucağına oturttu. "Sen benimle oyun oynamak istemiyor musun yoksa?" dedi dudaklarını bükerek. Safiye ona baktı ve elini Firuze'nin yanağına koydu, "tabi ki istiyorum" dedi. "O zaman gel seninle oyun oynamaya şimdiden başlayalım" dedi Firuze gülümseyerek ve Safiye'yi yan odaya götürdü. Arkalarından baktım, Safiye'ye olabildiğince belli etmemeye çalışıyordum ama anlıyordu. Kendisinin sultan olmadığını, buradaki diğer cariyelerden bir farkı olmadığını anlıyordu. Kapı çaldı ve içeriye cariyelerden biri girdi, "vakit geldi sultanım".
Altın koridorda yürüyordum, Bayezid ise hemen arkamda Gülşah Hatun'un kucağındaydı. Omzumun üstünden oğluma baktım. Mavi gözleriyle şaşkın şaşkın şamdanlara bakıyordu. Gülümsemeden edemedim, bana gerçekten çok benziyordu. Sapsarı saçları vardı, bembeyaz pamuk gibi teni, kıpkırmızı dudakları ve masmavi gözleri. Hiçbir şeyi Murad'a çekmemişti. Babasını ilk defa görecekti, babası da oğlunu. Kocaman altın işlemeli kapının önüne gelince, eğilerek bekleyen iki tane yeniçeri bize bakmadan kapıyı açtılar. Kocaman odanın içinde yanan mumların amber kokusu, kapı açılır açılmaz burnuma dolmuştu. Çok güzel bir kokuydu bu, bana bahçeleri, güneşli günleri, ilkbaharı anımsatıyordu. Odaya girdiğimde Zeliha'nın kızı Gülbahar'ın bir cariyenin kucağında beklediğini gördüm. Büyümüştü, saçları annesininki gibi turuncuydu. Ela gözleriyle etrafa şaşkın şaşkın bakıyordu. O bir çocuktu, suçsuzdu. Benim bütün sorunum annesiyleydi ve o sorunlar bitmişti artık seneler önce. Yanına gittim ve gülümsedim. "Gülbahar" dedim yanağını okşayarak. Bana bir süre baktı. Kocaman gözleri vardı, annesini andırıyordu. Nitekim aynı annesi gibi benden haz etmemiş olacak ki ağlamaya başlayıp cariyeye sarıldı. Cariye mahcup olmuş bir şekilde gülümsedi ve eğilerek onu odanın içinde gezdirmeye başladı. Gülşah'a döndüm, "tamam sen çekilebilirsin" dedim Bayezid'i alarak. Bayezid'i kucağıma aldıktan hemen sonra kapı açıldı ve içeriye Nazperver girdi. Arkasında ise iki tane cariye vardı. Birinin kucağında esmer, kahverengi saçları olan Ahmed vardı. "Sophie" dedi başıyla selam verirken. Bende aynı şekilde selam verdim. Üstünde gök mavisi bir kaftan vardı ve altın işlemeleriyle bezenmişti. Sarı saçlarını ise toplamıştı. Benden daha genç duruyordu, orası bir gerçekti. Ama benim yaşadıklarımın birazını bile yaşamamıştı. Ben tek başımaydım, onun ise arkasında valide sultan vardı. Ama artık bir anlamı da kalmamıştı, Murad gelmişti ve bu da valide sultanın gideceği anlamına geliyordu. Nazperver, Ahmed'i kucağına aldı ve cariyeleri, Gülşah'la birlikte odadan çıktılar.
Kösem en başa geçmişti. Hemen yanında ise Selim vardı. Ardından Gevherhan, Saliha, Atike, Ayşe ve Zahide geliyordu. Zahide Sultan'ın hemen yanında cariyenin kucağında Gülbahar duruyordu. Yanında Zeyneb Asime ve kucağında Zülal Uğan vardı. Sonrasında ben ve Bayezid, yanımda da Nazperver ve Ahmed vardı. Hepimiz saray kaidelerince sıraya girmiştik ve hünkarımızı bekliyorduk. Nazperver'in yanımda bir şehzade ile durabileceğini hiç düşünmezdim. Nazperver hep dışarıdan seyrederdi ben daha Murad'la birlikte olmamışken. Hep kalbine gömerdi aşkını, acısını, özlemini. Tek uğraşmam gereken kadının Zeyneb Asime olduğunu düşünüyordum. Şimdi ise Nazperver vardı ve ilk doğurduğu çocuk bir şehzadeydi. Kösem gittikten sonra ne yapacaktı çok merak ediyordum. Gevherhan bizimle bu sarayda kalmaya devam edecekti, duyduğum zaman şükürler etmiştim. En azından beni anlayan birisi olacaktı sarayda. Kapı açıldı ve içeriye ağalardan biri girdi.
"Destur! Sultan Murad Han Hazretleri!".
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOPHIE (TAMAMLANDI)
Historical FictionBen Sophie De Jong. Hollanda'dan kaçıp Osmanlı Sarayı'na, Dördüncü Murad'a sığındım. Gençtim, masumdum, korkaktım. Sonra aşkı tattım, acıyı tattım, ölümü tattım. Eş oldum, anne oldum, kul oldum. Savaştım, yenildim, yendim. Ben artık eski Sophie De J...