Bu kitaptaki Murad karakterini esinlendiğim canım arkadaşımın kaleminden ve bakış açısından Murad'ın şehzadelik zamanı... o da ben de bu bölümden çok zevk aldık, umarım sizde en az bizim kadar zevk alırsınız. Yorum ve oylarınızı bekliyoruz, en iyi okumalar!
Bir cariyenin odama dalması ile uyandım. "şehzadem" dedi tatlı bir ses ve ekledi "bugün müderris ile dersleriniz var. Padişahımız uyanmanızı ve hazırlanıp hocanızın yanına gitmenizi istedi.". Üzerimden yorganı attım ve kalktım. Saçma derecede sıcak yaz günlerinden biri idi. Su dolu tastan bir avuç alarak yüzüme çarptım. Köşede duran çarçevesi çini işlemeli aynada kendime baktım. Gün geçtikçe değişiyordum.
İyice kendime gelmek için balkona yürüdüm ve ağaçlar el verdikçe manzarayı seyrettim. "Oğlum Murad" dedim kendi kendime "Bir gün bunların, buraların hepsi senin olacak." Omzuma binecek sorumluluk yükü telaş etmeme neden oldu. içeri geri girdiğimde bir cariye elinde giyeceğim kıyafetlerim ile beklemekteydi. Son zamanlarda cariyelere bir farklı bakar olmuştum nedense, eskiden sıkıcı ve bana sürekli ne yapmam gerektiğini söyleyen hatun kişiler kafamdan uçup gitmiş, izlemeye doyamadığım ve farklı gözlerle baktığım hatun kişiler olmuştu hepsi. Cariyeyi iyice bir süzdükten sonra kıyafetlerimi alıp "tamam çekilebilirsiniz, ben birazdan gideceğim hocamın yanına" dedim. Cariye kıyafetleri verdikten sonra cilveli bir gülüş atıp selam ile odadan ayrıldı. Üstümü giyindim ve odamın haşmetli kapılarından çıktım.
Koridorda yürüyüp ders alacağım yere giderken kafamda geleceğim ile ilgili bir sürü soru dolanıyordu. Düşüncelere dalmış bir şekilde ilerlerken ablam Gevherhan ve Saliha ile karşı karşıya geldim. Gevherhan beni özlemiş olacak ki sıkıca sarıldı "Murad'ım değerlim, nasılsın canımın içi" dedi. Onun bana karşı olan sevgisinden son derece emindim, ciddi anlamda içimi ısıtıyordu Gevherhan. Koca sarayda tutunabileceğim çok az kişiden biriydi. "Sağol Gevher ben iyiyim sen de afiyettesindir inşallah" dedim. Saliha ise bütün gıcıklığı ile bana yukarıdan bakmaktaydı. Gevherhan ile kısa bir sohbet ettikten sonra yanlarından ayrılarak enderun'a gitmek üzere hasbahçe'ye çıktım.
Hızlı adımlarla ilerlerken birinin bana çok dikkatli baktığını farkettim. Adeta deryalar gibi masmavi bir çift göz bakışları ile bedenimi deliyordu. Olduğum yerde durdum, eğer utanıp bana bakmaktan vazgeçerse hiç zaman kaybetmeden dersime gidecektim. Fakat o bakışlar üzerimden hiç ayrılmadı. Bakışların geldiği yöne döndüğüm zaman saçları altın gibi parlayan ve gözlerinde boğulmak isteyeceğim bir güzellik bana bakmaktaydı. Benden azcık küçük bir kız idi bu, güzelliği bu kasvetli çirkin saraya ait olmayan, buralardan olamayacak kadar güzel, masum ve saf yüzlü bir hatundu. Yanına yaklaşırken kalbim hızlıca atıyordu ve daha önce hissetmediğim karmaşık duygular hissettim, korkmadan bana bakıyordu belli ki kim olduğumu bilmiyordu ve buralardan değildi. İyice yanına yanaşmıştım ve hiç alışık olmadığım şekilde selam durmadı, veya şehzadem demedi. Belli ki beni tanımıyordu bu dünyalar güzeli hatun. Farklı bir şekilde selam vermemesi veya saygı ile ilgili hiçbir davranışta bulunmayışı hoşuma gitmişti.
Cidden insan bazen sıkılıyordu sürekli saygı görmekten. Aramızda bir veya iki adım kala durdum. Çok farklı bir şey vardı bu hatunda, açıklayamadığım, çözemediğim bir şey. "Merhaba" dedim usulca deryalar gibi gözlerinin içine dalarak. "Merhaba" diye cevap verdi bozuk ama bir o kadar tatlı bir Türkçesi ile. Birkaç saniye o masum suratını izledikten sonra kendime geldim ve sordum "kimsin sen hatun, seni görmedim daha önce buralarda.". "Tesadüfe bakınız, ben de sizi hiç görmedim" diye cevap verdi. Tutmaya çalışsam da kahkahama hakim olamadım. "Halbuki ben yaklaşık yirmi senedir burada şehzadelik ederim" dedim. Birden masmavi gözlerini korku kapladı. "Sert kayaya çarptık" düşüncesi her halinden belli oluyordu. Biraz çekindi ve bana dik dik bakan o çift göz artık yere bakmaya başlamıştı. "Bağışlayın beni şehzadem, saygısızlık etmek niyetim değildi" dedi ve ekledi "bu saraya geleli daha bir hafta oldu.". Elimi çenesine götürüp başını hafifçe kendime kaldırdım. "Ziyanı yok saygısızlığının. Hem ne iyi ettin bana öyle bakmakla. Kalbimi deldin." Dedim. Dediklerimde çok ciddiydim ve midemin üstünde anlamlandıramadığım bir şeyler oluyordu. İsmin nedir diye sordum. Utanarak "Nazperver" diye fısıldadı. "Nazperver benden korkmana gere..." daha sözümü bitirmeden duymaktan en çok irrite olduğum ses kulaklarımda çınladı. " Murad ! Murad ! " İçine daldığım bu büyü dünyası işte tam bu haykırışlarla kesilmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOPHIE (TAMAMLANDI)
Historical FictionBen Sophie De Jong. Hollanda'dan kaçıp Osmanlı Sarayı'na, Dördüncü Murad'a sığındım. Gençtim, masumdum, korkaktım. Sonra aşkı tattım, acıyı tattım, ölümü tattım. Eş oldum, anne oldum, kul oldum. Savaştım, yenildim, yendim. Ben artık eski Sophie De J...