"Kendine gel, Sophie" dedim kendi kendime. "Öyle bir şey imkansız". Ardından masanın üstünde ayrı duran kağıtlardan en üsttekini aldım. Sefer gelirlerinin ve giderlerinin yazılı olduğu bir kağıttı. Tekrar aldığım yere geri bıraktım. Bu kağıtların hepsi devlet işleriyle ilgililerdi. Kağıt tomarının hemen yanında duran tüylü kalemin tüyüne elimi hafifçe değdirdim. Bu hissi çok seviyordum, yumuşacık tüy başka kimseye bu kadar rahatlık verebilir miydi merak ediyordum. Kapının açılma sesini duyar duymaz o yöne döndüm, Murad odaya girmiş gülümseyerek bana bakıyordu. "Murad" dedim ve koşarak ona sarıldım. Sarılmamla beni kucaklayıp etrafında döndürmesi bir oldu. Gülerek ona daha da sıkı sarıldım.
"Murad" dedim usulca. Terasta dizine uzanmıştım ve eli saçımdaydı, yavaş yavaş okşuyordu. "Söyle güzelim" dedi bana bakarak. "Canın çok yandı mı?" elimin üstündeki eline baktım, yara bere içindeydi ve bir tane çizik kaftanının içine, koluna doğru gidiyordu. "Yanmadı" dedi bir süre bekledikten sonra. "Yaralarını görmek istiyorum" doğruldum ve elimi kaftanının düğmesine götürdüm. Elimi çabucak tuttu ve durdu, "Sophie-" dedi ve aniden sustu. "Ağlamayacağım, söz" dedim, ama bu sözümü tutamayacağımı ikimizde biliyor gibiydik. Bir süre gözlerime baktı. Giderken bir söz vermişti ve o zamanda biliyorduk o sözün tutulamayacağını. "Lütfen" dedim düğmesini yavaşça açarken. Elini çekti ve beni izlemeye başladı. Kaftanının düğmesini her açışımda korku kaplıyordu içimi. Çok mu yara almıştı? Canı çok yanmış mıydı? Murad'ı gören herkes onun canını hiçbir şeyin yakamayacağını düşünebilirdi, çünkü bende ilk başlarda aynı şeyi düşünüyordum. Ama aldığı yaraları Edirne'de o gece gördükten sonra, onun da bir insan olduğunu anlamıştım. Ve çok yara almıştı. Ne zaman, nasıl bu kadar yara aldığını söylememişti ama çok yarası vardı. Ayrıca benim gördüklerim izlerdi, izi kalmamış olanları bilmiyordum bile. Kaftanının bütün düğmelerini açtıktan sonra onu çıkarmam için yardım etti ve öne doğru eğildi. Kaftanını çıkarırken karnında ve göğsünde oluşan yaraları görmüştüm çoktan. Kalbimin acısını her yerimde hissediyordum. Göğsünden kasığına kadar inen bir iz vardı. Derin olduğu belliydi, daha yeni yeni kabuk tutuyordu hatta. "Allah'ım" kendi kendime fısıldamıştım ama Murad duymuş gibi derin bir iç çekti. Vücudunda küçücük kalan elimi, sanki acısını alabilecekmişim gibi o yaranın üstünde gezdirdim. "Acıyor mu?" dedim gözlerimi yaradan alamayarak. "Hayır" dedi Murad, beni inandırmak için gülümsemişti. İnanmak istiyordum ama inanmıyordum.
"Murad" gördüğüm yarayla ağzım açık kalmıştı. Sırtında, omzundan sırtının ortasına doğru gelen bir yara vardı ve kabuk bağlamamış, içinde beyaza yakın bir sıvı birikmişti. "Hekime görünmen lazım" dedim ve parmağımla hafifçe dokundum. Murad inleyip dokunmamam için öne doğru eğildi. Elimi çabucak çektim ve diğer omzunu tutup onu kendime çevirdim. "Murad hekime görünmen lazım. İltihap kapmış olabilir". Murad gözlerime baktı, başını iki yana salladı. "Mühim bir şey değildir" dedi çabucak. Mühim bir şey değil miydi? Kocaman bir yara vardı ve iltihap kapmıştı. Ufacık bir dokunuş bile canını yakmıştı. Murad'ın canı yanmıştı ve ben ilk defa buna tanık oluyordum. "Ben hekimi çağıraca-" kalkmaya yeltenmişken kolumdan tuttu ve durdurdu. "Mühim bir şey değildir, şimdi gel bakayım buraya" dedi ve beni kucağına doğru çekti. Kucağına düştüğümde ise bir şey dememe fırsat vermeden dudaklarını dudaklarıma değdirdi. Dudaklarımı çekip onu hekime göstermek istediğimi söyleyecektim ama bir elini saçlarıma doladı ve daha da bastırdı. Diğer eli eteğimin altından mahrem yerlerime değince bu gecelik bu konuyu rafa kaldırmam gerektiğini anlamıştım.
Sabahın ilk ışıkları odaya giriyordu ve yanımda sesli bir şekilde horlayan kocaman adama bakıyordum. Uyuyamamıştım çünkü Murad'ı uyurken izlemenin keyfini uzun zamandan sonra ilk defa çıkarabiliyordum. Bu fırsatı boşa harcamak istemiyordum. Alnında oluşan küçük ter damlalarını izliyordum, alnından şakaklarına doğru kaymıştı birisi. Gülümsedim ve ağzı açık bir şekilde uyuyan adama daha da yaklaştım. Elimle hafifçe alnındaki terleri sildim. Hissettiğim sıcaklıkla donakalmıştım resmen. Murad cayır cayır yanıyordu. "Murad" dedim koluna dokunurken. Kıpırdandı ama uyanmadı. Elimi boynuna değdirdim, belki sıcaktan dolayı bana ateşi var gibi gelmişti. Boynu da yanıyordu, kolu da, göğsü de. Bütün vücudu yanıyordu. "Murad, uyan" dedim daha sert sarsarak. Gözlerini hafifçe açtı ve uyku mağrurluğu ile gözlerini tekrar kapattı. "Yanıyorsun, Murad. Uyanman lazım". Gözlerini tekrar açınca elimi yanağına koydum, "uyuma, sana su hazırlayacağım" dedim ve yerde duran kaftanımı çabucak giymeye koyuldum. "Sana da hayırlı sabahlar" dedi huysuzlanarak. Cevap vermeden doğruca odanın ucundaki masaya koştum. Yüzünü yıkadığı tasın içine çabucak doldurdum. Havluyu kapıp doğruca yatağa gittim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOPHIE (TAMAMLANDI)
Historical FictionBen Sophie De Jong. Hollanda'dan kaçıp Osmanlı Sarayı'na, Dördüncü Murad'a sığındım. Gençtim, masumdum, korkaktım. Sonra aşkı tattım, acıyı tattım, ölümü tattım. Eş oldum, anne oldum, kul oldum. Savaştım, yenildim, yendim. Ben artık eski Sophie De J...