Güneş yavaş yavaş batmaya başladığı sırada dağın eteklerine henüz ulaşabilmiştik. Yaşadığımız olayın şokundan mı yoksa son günde yaşadıklarımızdan dolayı yorulduğumuzdan mı bilmiyorum, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Ki konuşsalar bile benim iki çift laf edecek halim kaldığını da sanmıyordum.
Thomas oldukça düşünceli gözüküyordu. O an ne düşündüğünü gerçekten merak ediyordum. Atea'nın güvenme dediği insanlar arasında o da var mıydı acaba? En son Thomassız gittiğim zaman yolculuğunda profesör olmuş halinin bana söylediği yalana şahit olmuştum. Gerçekten babamı öldürmüş olabilir miydi? Bana yalan söylemişti, bu doğru fakat sonuçta bu yalanın sebebini de daha bilmiyordum.
Gazete haberleri olayı çarpıtmış olabilirdi. Gözlerimle görmeden böyle bir şeye inanmak bana mantıklı gelmiyordu. Hele ki babamla aralarındaki arkadaşlık bağına şahit olduktan sonra hiç mantıklı gelmiyordu. Bu yüzden gidip görmeliydim. Engel olamasam bile neler olduğunu bilmeliydim. Peki ya buna cesaretim var mıydı?
Güvenebildiğim sayılı insanlardan biri, beni sevdiğini söyleyen, buna inandıran birinin ihanetini kaldırabilir miydim? En kötüsü de, babamın ölümünü görmeye dayanabilir miydim?
"Doğa!" Thomas'ın bana seslenmesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. "Yorulduysan dinlenebiliriz, geride kalıyorsun."
"Dikkat etmedim, kusura bakmayın. Fakat biraz dinlensek fena olmayacak. Hem hava da kararmaya başladı."
"Haklısın, dağın nasıl tehlikeler barındırdığını bilmiyoruz. Kendimize güvenli bir yer bulup sabah olana kadar orada konaklamalıyız." diye Lena karşılık verdiğinde, ikimiz de başımızla onu onayladık. Daha sonra biraz daha yürüdük ve karşımıza küçük bir mağara çıktığında durakladık.
"Önden ben kontrol edeyim." diyen Lena sırtındaki yayını ve okunu alarak temkinli adımlarla mağaranın içini kontrol etmeye girdi. Thomas ise Atea'dan aldığı kılıcını eline alarak arkasından içeri girdi. Karşısına biri çıksa acaba o kılıcı kullanabilir miydi orası büyük bir muamma diyeceğim ama aslında kullanamayıp kılıcı fırlatarak kaçacağını hepimiz biliyorduk.
Ben de yalnız kalmamak için arkalarından içeri girdim. Lena tehlike olmadığına kanaat getirdiğinde bir mum yaktı. Mağara küçük olduğu için bu titrek mum ışığı bile yeterince aydınlık olmasına yetmişti.
Hepimiz sırtımızdaki uyku tulumlarını çıkararak yere serdik ve onun üzerine oturduk. Thomas ise yanımıza aldığımız ve aramızdaki tek erkek diye ona taşıttığımız yiyecekleri çıkardı. Tüm günün yoruculuğu beni epey acıktırmıştı. Bu yüzden diğerlerini görmezden gelerek yiyeceklere adeta daldım.
"Dikkat et boğulacaksın bak yolun sonuna yaklaşmışken seni kayıp vermeyelim." dedi pis pis sırıtarak Thomas. Lena ise kendini ne kadar tutmaya çalışsa da gülmesini bastıramadı.
"Ay sen şu zaman muhabbetini bırak da en iyisi seni uygun bir zamana bırakalım, talk show yap, bu yetenek ziyan olmasın." dedim olabildiğince sevimsiz sırıtarak.
"Çok biliyorsun sen küçük cadı." diyerek yanağımdan makas aldı ve gelip yanıma oturdu. Bu da iyice havalara girdi be, küçük cadı ne? Kendisiyle laf münakaşasına devam etmeyi çok istesem de ağzım o kadar doluydu ki tüm enerjimi onları yutmaya harcamaya karar verdim.
Yemekleri yedikten sonra Thomas ve ben uyku tulumuna girdik, Lena ise ilk nöbeti tutmaya gönüllü oldu. Lena nöbet için mağaranın kapısında beklerken benim de henüz uykum gelmediğinden dolayı Thomas'a seslendim.
"Pişşt!" Ses gelmemişti fakat uyuyor numarası yaptığından emindim. "Piştttt!" daha sesli seslendim.
"Ben cevap verene kadar susmayacaksın değil mi?" diye sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...