"Dünya her gün, her gün, her gün güneş doğarken deri değiştiriyor, yepyeni terütaze oluyor. İnsan, her insan, eğer insansa, her gün, her gün tanyerleri ışırken yeniden doğuyor."
-Yaşar Kemal
Simsiyah gecenin ardından doğan gün ışınları gibi, biten bir savaşın ve zulmün ardından herkes yepyeni bir dünya yaratma uğruna yaralarını sarmak için seferber olmuşlardı. Herkesin tek umudu, bu yaratacakları yeni dünyada bir daha savaşın derin izlerini barındıracak başka zulümlerin olmamasıydı. Şu an çabalarına ve azimlerine kim şahit olsa buna inanabilirdi fakat her zaman olduğu gibi yaralar sarılıp iyileştirilecek, daha sonra ise bu yaraların nasıl yaktığı unutularak zulmün tekrar doğuşuna, doğan günün tekrar batışına şahit olunacaktı.
Çağlardan beri değişmeyen unsurlardan biri her zaman savaşın ne kadar yaralayıcı ve iki tarafa da bir şey katmadığı, daha çok olan bir tutam insanlığı da alıp götürdüğünün unutuluşuydu. Oysa dünya dediğin şey kime kalmıştı ki bu zamana kadar? Sultan Süleyman bile toprak olup gitmişken, nice imparatorlar yanına bir parça eşya bile alamadan göçüp gitmemişler miydi?
Bu koca karmaşanın içerisinde, yardım etmek adına bir o yana bir diğer yana savrulurken, aklımdan çıkmayan ve rüyalarımı her defasında süsleyen o korkunç düşüncelerden sıyrılmaya çalışıyordum. Ne kadar inkar etmek istesem de izlerimin çoktan silinmiş olması gereken bu çağa sıkışıp kalmıştım. Ellerim kollarım bağlıydı ve belki de benden yardım bekleyen asıl insanların yanında olamıyordum.
Geçmişim gözlerimin önünde solan bir gül iken, o yaşadığım anlardaki hislerimi bile yavaş yavaş unutmaya başlamıştım. Aklımda kalanlar tek tük fotoğraf sahnesi gibi gözümün önünden geçiyordu sadece. Thomas'ın gülüşü, Murat'ın her zaman anlayışla bakan yüz ifadesi, annemin şefkat doluyken bir yandan da otoriterliğini asla elden bırakmayan ses tonu...
İyi şeyleri zihnim bana acı çektirmek istercesine silip süpürürken, her gece gördüğüm o korkunç kabusu unutmama asla izin vermiyordu. Her gece, bir felaket tellalı gibi, burada ellerim kollarım bağlı otururken canımdan saydığım insanın o zaman karmaşasında, herhangi bir yerde insanlığının alındığını göstermiyor muydu?
"Ne kadar da denesen burada mutlu olamayacaksın değil mi?"
Buradaki yabancılığımı ve yalnızlığımı bir anda unutturabilen o tanıdık sesi duyduğumda, kaldığım gökdelenin terasında bu koca şehri sakince izleyen bakışlarımı, o sese doğru yönlendirdim.
"Sana her baktığımda ait olduğum yeri hatırlıyorum. Bana oradan kalan tek armağan sensin." diye karşılık verdim. Bu sorusunu tam anlamıyla yanıtlamaya yetmemişti fakat bulunduğum ruh halini de zaten gizlemiyordum.
"Bu yeni şehirde, kaybettikleri insanlığı bu bedenlere geri kazandırırken istediğimiz hayatı kurup mutlu olabiliriz Klotho. Sen de tüm o kargaşadan uzaklaşarak sakin ve huzurlu bir ömür dilemez misin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...