41

2.4K 205 171
                                    

Güzün habercisi olarak önceden gönderilmiş hazan rüzgarları, tüm uğultusuyla binanın duvarlarını döverken, bunca koyu gri içinde hiç kirlenmemiş beyazıyla parlayan bebeğimi sımsıkı sardım kollarıma. Onu ne kadar saklamak istesem de içi küf bağlamış kalplerden, gıcırdayan tahta merdivenlerin sona erdiği basamakta karşımıza çıkan ilk robot asker yaşanacakların bir elçisi olarak gönderilmiş gibi dimdik dikilmişti karşımıza.

Son kez nefes alıyor gibi bebeğimin kokusunu ciğerlerime doldururken, yaşadıklarımdan ötürü nemden kurtulamayan iç organlarımın rutubetli duvarlarına yeniden gün ışığı doğmuş gibi hissediyordum. Tek görevim kucağımdaki bebeği korumak olduğu için hareketsiz bir şekilde kendimi ona siper ettiğimde, Eternus çıkardığı silahla yarı insan robotu tam kalbinin ortasından vurmuştu.

"Acele etmeliyiz. Yakında bir ordu buraya dolacaktır."

Thomas ile ikimiz dilini yutmuş gibi ses çıkarmadan Eternus'un peşi sıra giderken, geçtiğimiz koridordan kapıya ulaştığımızda, arkamızdan gelen kadın sesiyle adımlarımız yavaşlayarak durma noktasına gelmişti.

"Evin etrafı askerlerle dolu. Ayrıca zaman makineniz de müzemde sergilenmeye devam ediyor. Kaçabileceğiniz hiçbir yer yok. Kaderinize razı olun."

Lena'nın duyduğum tonlaması baskın sesiyle, üçümüz de bir anda geriye döndüğümüzde, kırmızının aksine giydiği beyaz elbisesiyle ilk defa kendine bu kadar güvendiğini belli edercesine karşımızda duruyordu. Her zaman tutkunun kadını olduğunu vurgulamak istediği için kişiliğine yakıştırdığı kırmızı yerine, karanlık ruhuna zıtlaşan bu beyazlığı neden tercih etmişti anlayamıyordum.

"Lena burada olamazsın. Yarattığın paradoksla hepimizin sonunu hazırlayabilirsin." Eternus'un sert mizacına yakışır keskinlikte çıkan kelimeleri, bana şu an bir şey ifade etmese de, içimdeki korkuya anlamlandıramadığım bir tanesinin daha eklenmesine neden olmuştu.

"Bana Atropos de Eternus. Gerçek ismimle seslen. Ayrıca merak etme, aptal değilim. Zaferimi kazanmadan kendi ayaklarımla buraya gelecek de değilim. Sadece görüntümü yansıtan, ışığını benden alan elektronik tanelerin bir araya gelmesiyle size eşlik ediyorum."

Lena'nın kendinden emin sesi, kesin zaferinin yaklaştığını ifade ediyordu. Haklı bir güven vardı duruşunda bile. Çünkü, bu ev onun oyun eviydi ve biz içindekiler küçük oyuncakları konumundaydık. Bizimle istediği gibi oynuyor, istediği gibi köşeye sıkıştırıyor ve sıkıldığı zaman ise bir köşeye fırlatacağını belli ediyordu.

"Lena, istediğin makineydi. Ona sahipsin. Bizi neden hala rahat bırakmıyorsun?" diye bağırdım ona karşı. Ses tonumun yüksekliği, onun burnundan hırıltılı sesler çıkartan gülüşüyle süslenmişti.

"Makineyi istediğimi nereden çıkardın ki? Eğer onun peşinde olsaydım, şimdi bir müzede diğer tarihi eserler gibi çürümesine müsaade eder miydim sanıyorsun?"

"Öyleyse bizden istediğin ne?" Thomas'ın araya giren sesinde ilk defa bu kadar gürlük ve ilk defa bu kadar ağır bir öfke görüyordum. Nefretinin ağırlığı altında ezilen ses tonu, yüksek başlangıcından tıslama halini alarak, daralan alandan kendini yeni sahibinin kulaklarına bırakmıştı.

Thomas'ın sorusu, Lena'nın kulakları parçalayan kahkahasıyla cezalandırılırken, bizim konumlandığımız tarafın oluşturduğu yoğun sinir gerilimleri, nefes olarak verdiğimiz havada bile bir kasvet yaratarak odaya yayılıyordu.

"Sahip olduğunuz en değerli varlığı istedim her zaman. Bunun zaman makinesi olduğunu düşünüyordum başta. Fakat şimdi görüyorum ki o metal alet, sizin genlerinizle oluşmuş bu varlık yanında tenekeden ibaret."

ZAMANIN ÇİZGİLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin