"İnanır mısın, tüm gece kraliçeye el salladı ve sabit bir şekilde ışıklara odaklanarak gülümsedi." dediğimde Murat çayından aldığı yudumu püskürterek kahkaha attı.
Zamanda yolculuğumuzdan geri döndüğümüzde hemen Murat'a gelmiştik ve ben bu yolculuğu anlatırken keyif alabilmem için kuru yemişçiden koca paket çekirdek almıştım. Murat ise yanında iyi gideceğine inandığı için bize çay demlemişti ve kapısının önündeki merdivenlere oturmuş yetmişler sonu New York'unu Türk mahallesine çevirmiştik.
"Hadi ama! Sen de üstünü çamura bulayıp klip çekmeye çalıştığını itiraf etmiştin." dedi intikamını almaya çalışarak Thomas. "Neyse ki o anları hatırlamayacak kadar sarhoştum. Beynim böyle bir travmayı kaldıramazdı."
Ben Thomas'ın kafasına bir tane sertçe vururken Murat kahkaha krizine girmiş, Thomas ise acıyan kafasını tutup çemkirmeye başlamıştı.
"Ben sana böyle acımasızca davranmıyorum ama!"Bana darılmayacağını bildiğimden gülmeye başlayınca o da kendini tutamayarak gülümsedi.
"Bunca olaya rağmen iyi kurtulmuşsunuz şeyhin elinden." dedi Murat gülmesine ara verdiğinde. Ama daha sonra dayanamayarak tekrar gülmeye başladı. "Sizi o an görebilmek için tüm çay stokumu verebilirdim."
Evet, insanlar böyle durumlarda dünyaları verirdi. Olmadı trilyonlarını ya da evini arabasını falan. Ama Murat yani babam için çay stoku bunların hepsi demekti. Türkiye'den zar zor getirttiği çaylarını bizimle özel ve nadir anlarda paylaşırdı ki bu da onlardan biriydi.
"Gerçekten çok cömertsin ama emin ol buna değerdi." dedim gülümseyerek.
Biz sohbete devam ederken Thomas bir anda ayaklandı ve elini bir şey istermiş gibi bana doğru uzattı. Ona şaşkın bakışlarla baktığımı gördüğünde, konuşmak için dudaklarını araladı. Açıklama yapması gerekliliği beynine yeni iletilmiş olmalıydı.
"Makineyi alabilir miyim?" Bu pek de bir açıklama sayılmazdı. Hatta sorusu şaşkın bakışlarımın daha derinleşmesine sebep olmuştu.
"Ne yapacaksın makineyi?" diye sorusuna soruyla karşılık verdim.
"Biraz da kendi başıma ben vakit geçirmek istiyorum. Olamaz mı?" dediğinde sesinde az önceki samimiyet gitmiş, yerini salt bir soğukluk almıştı. Bunun nedenini anlayamasam da yalnız kalmaya onun da ihtiyacı olabileceğinde karar kılarak makineyi çantamdan çıkardım ve ona uzattım.
Makineyi alıp gittiğinde, Murat bana düşünceli bir şekilde bakmaya başladı. Bu durumla ilgili bir şey dememi bekliyor olacaktı fakat şu an benim de diyebilecek bir şeyim olmadığından, sessizce önüme dönüp çekirdek çitlemeye başladım.
Bir süre yoldan geçen insanların seslerinden ve çekirdeğin kabuğunun dişlerimizin arasında kırılış sesinden başka bir şey duyulmadığında, Murat konuşmak istemediğimi anlamış olacaktı ki yerinden kalktı ve, "Bu gece bende kal, beraber yemek yeriz. Thomas dönene kadar da yalnız kalmamış olursun." dedi.
Ben de sesimi çıkarmadan yalnızca başımla onayladım ve onun arkasından içeri girdim. Daha sonra beraber yemek hazırlarken de pek fazla konuşmadık. Bu sessizlik yemek masasında da devam ettiğinde, Murat'ın tahammül sınırını aşmış olacaktım ki dayanamayarak söze girdi.
"Aranızda ne oldu bilmiyorum. Anlaşılan anlatmak da istemiyorsun. Saygı duyarım ama hep böyle somurtuk oturacak mısın şu masada? Biraz gül be kızım!"
Sanırım haklıydı ve şu an beni evine davet ettiği için pişman olmuş olmalıydı.
"Yanlış anlama. Sen benim dostumsun. İyi günde kötü günde yanındayım. Sen ağla senle ağlarım ama üzgün olmanı istemiyorum." diye sonradan ekleyerek hakkındaki pişmanlık tezimi de anında çürütmüş oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...