Gerçekliğin ayakları altında ezilen bu zavallı serüvende başrolü kapan yine ben olmuştum. Kulaklarımızı parçalarcasına çınlatan sağduyularımızla olan bağı tamamen kesmiş, bedenlerine pamuk ipliği ile bağlı o ruhları koparıp rahatlıkla alırken vicdanımızda iz bırakmazcasına acımasızlaşıyorduk.
Kötülüğün kalplerine düşürdüğü gölgeyle harmanlanmış bu insanları tekrar aydınlığa çıkaramayacağımızı biliyorduk. Bu yüzden daha kirlenmemiş beyazları kurtarabilmek adına, tüm siyahı topyekun ortadan kaldırmamız gerekiyordu.
Eternus'un yüzüne baktığımda, ondaki yıllanmış yorgunluğun onu ne kadar yıprattığını görebiliyordum. Kim bilir, bunun gibi, belki de daha korkutucu olan kaç savaşa şahit olmuş, kaç tane parçalanmış bedenlerin kucağında hayata tutunmaya çalışmıştı?
Şimdi ise, belki de yaşadığı yıllar boyunca en değer verdiği insanın, ki bununla gurur duyuyordum, onu böyle kulaklarını tıkayarak yargılamasını kabullenmekte zorlanıyordu. İçimdeki anı yaşarken kabaran kızgın alevlerin, kısa da olsa zaman içinde söndüğünü hissediyordum. Böylelikle içim soğurken, onu da daha iyi anlayabiliyordum.
"Eternus." dedim ses tonumdaki tedirginliğin ona yansımamasını umarak. O ise, zamanında gençliğinin ateşiyle alev alev yanan, şimdi ise sönmüş bir kömürü andıran kara gözlerinde umut ışığının parıldamasını yansıtarak bakmıştı.
"Sana o şekilde davranmamalıydım. Beni korumak istediğinin farkındayım. Ben, sadece, o an..."İşaret parmağını dudağıma bastırmasıyla cümlem yarıda kalmıştı. "Haklıydın, fakat artık yapabileceğimiz bir şey yok. Onları en az senin kadar ben de kurtarmak isterdim. Bilemezdim."
Dudaklarındaki aşağı doğru sarkan kıvrım, yüzüne ciddiyetten çok yorgun bir ifade katıyordu. Taşıdığı pişmanlıkların ağırlığıyla kamburlaşan bir ruhun yansımasıydı bu. Gözleri ise, sönmüş bir kömür olsa da, bende hala bir kıvılcım başlatmaya yetecek sıcaklığı barındırıyordu.
Ona karşı hiçbir zaman reddedemediğim bir çekim kuvveti vardı. Çağlar boyunca bu çekimden kaçmaya çalışsam da aramızdaki bağın kopabileceğine inanmıyordum. Günaha davet gibiydi bu, ve ben bir günahkar olmak için yanıp tutuşuyordum.
Bunca şeye rağmen, beni günahlarımdan arındırmaya gücü yetecek tek insan olan Thomas'a, bu günahı işleyemeyeceğimi biliyordum. Belki onu bir daha göremeyecek olsam bile, ona olan sadakatim yerinden oynatılamayacak kadar ağır olan bir taş gibi kalbime oturmuştu.
İçinde bulunduğumuz araç ana merkeze yakın bir ara sokağa iniş yaptığında, içimizdeki gücü son bir kez daha toparlayarak kendimizi önümüzdeki savaş için hazırlamıştık. Araçtan dışarı adım attığımda, yeryüzündeki korkunç sahneyi görmemek için gözlerimi gökyüzüne diktim. Fakat gökyüzü bile, bu korkunç savaşın izlerine karşı bir ayna görevi görerek, yerdeki kırmızılığı kendisinde yansıtmıştı.
"Bilekliği koluna tekrar takmalısın. Onun sayesinde görünmezleri görebileceksin Doğa. Bu yüzden bize doğru koşan birini gördüğünde silahına davranmalısın. Çünkü biz hazırlıksız olacağız." Akmera sessizliği bozup beni uyardığında, onu ilk önce başımı sallayarak onayladım.
Üzerime çöken sessizlik Eternus'un dikkatini çekmiş olmalıydı ki, elini nazikçe omzuma koyarak, "Hazır mısın?" dedi.
"Hiç olmadığım kadar." diye karşılık verdim. "Bu savaş bugün bitmeli."
"Ne olursa olsun, her zaman yanında olacağım Klotho." Bana güç vermeye çalışıyordu, oysa dokunuşu benim vicdanımın sızlamasına neden olmaktan başka bir işe yaramıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...