33

3.1K 266 121
                                    

"Cennette miyim, cehennem de miyim?"

Uyandığımda kendime sorduğum ilk soru bu olmuştu. En son hatırladığım ise bir gökdelenden kendimi aşağı bıraktığım ve yere çakılma anımda gözlerimi burada açtığımdı.

Şimdi cennet miydi burası cehennem mi?

Cehenneme daha yakın olsa da acı hissetmiyordum. Şimdiye dek cezamın başlamış olması gerekiyordu. Yaşadığım yıllarda pek iyi biri sayılmazdım. Tanrıyla aram kötü değildi ama yine de onun için hiçbir şey yapmamıştım.

Çocukluk inancıma pek sadık değildim. Ama yine de bir yaratana olan inancımı kenara atamıyordum. Ayrıca çağların başından beri gelen Tanrı arayışını da göz ardı edemiyordum. Hep bir yaratana içgüdüsel olarak inanılmış ve böyle bir varlığa ihtiyaç duyulmuştu. Bu yüzden inandıkları yaratıcı üstün varlığa akılları yettikçe isimler üretmiş, bazıları güneş olduğuna inanmış, bazıları da bir topluluk olduğunu düşünmüştü.

Bu kapıların hepsi aslında tek bir yere açılıyordu. Bu yüzden insanların kalplerindeki inanç şimdikinden pek farklı sayılmazdı. İnandıkları hepsi, içgüdüsel olarak varlığını hissettikleri bir yaratıcıydı.

Peki cennette olabilir miydim?

Cennet tasvirini her zaman aydınlık olarak bilirdim. Şimdi ise bulunduğum yer koskoca bir boşluk hissi yaratan dipsiz bir karanlıktı.

"Hey biri var mı?" diye sorduğumda olduğum yere daha da sindim. Ama her neredeysem, bu lanet olası yerde benden başka kimse yok gibiydi. Kendi sesimden başka hiçbir şey duyamıyordum.

Karanlığa olan korkumu yenmeye çalışarak olduğum yerden kalktım. Ellerimi hem kendimi korumak, hem de önüme çıkacak herhangi bir engeli önceden fark etmek için öne doğru uzattım. Birkaç adım, birkaç adım daha... Bomboş bir odada gibiydim. Şu ana kadar hiçbir eşyaya çarpmamıştım.

Birkaç adım daha atmamla ellerimin soğuk bir zemine değmesi bir olmuştu. Dokunduğum zemin oldukça pürüzsüz gibiydi. Tahta olabilir mi diye düşündüm. Parmağımın kıvrımıyla birkaç kez tıklattığımda çıkan tok ses fikrimi onaylıyordu. Ellerimle tutunduğum duvarı bir sıra boyunca takip ettiğimde, en sonunda uzun bir çıkıntının olduğu yere dokunmuştum. Camı dahi olmayan bu küçük odanın kapısını bulmuştum.

Kapının kulpunu bulduğumda açmak için biraz zorladım. Kilit yeri yoktu ama tutukluk yapan bir kapı olmalıydı. Biraz daha zorladıktan sonra sinirlenerek kapıya bir tekme savurdum ve o bunu bekliyormuş gibi ardına kadar açıldı.

Gözüme bir anda hücum eden ışık kümesi gözlerimi acıtacak kadar yakmaya yetmişti. Ellerimle birkaç kez gözlerimi ovuşturduğumda, gözümden akan yaşlar acıyı dindirmiş ve görüş alanımı açmıştı.

Gözlerimle etrafı incelediğimde hiç beklemediğim bir manzarayla karşılaşmıştım. Önümde uçsuz bucaksız bir orman duruyordu. Yerler yeni yağmurun dindiğini belli edercesine ıslaktı. Havadaki nem kokusu ciğerlerime işleyerek birkaç kez öksürmeme sebep olsa da, bulutların arasından güneş tekrar doğacağa benziyordu.

Hala rüyada mıyım?

En son bıraktığım dünyada ölü insanlar ve devasa binalardan başka bir şey görmemiştim. Şimdi ise doğa tüm gördüğüm o kabusu yutmuş gibiydi.

Peki rüyadaysam tekrar kendimi öldürmem mi gerekiyordu? Eternus varken bunu yapmak kolaydı. Şimdi tek başıma ölümün soğuk kollarına kendimi atmam zor olacaktı. Önce her şeyden emin olmalıydım. Bu yüzden kolyemin rengine bakmak için bakışlarımı kendime çevirdiğimde, üzerimde topuklara kadar uzayan beyaz bir elbisenin olduğunu gördüm. Bu elbise, her çağa uyum gösterebilecek sadelikte olsa da, bedenlerinde bir kabuğu giysi yapan bu insanların çağına uyumsuzdu. Bu yanlış görünen şeylerin aksine, kolyeme baktığımda en az elbisem kadar bembeyaz olduğunu gördüm.

ZAMANIN ÇİZGİLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin