Y.M.4182 - Urbs Pulchra Somniarum
Her zaman, bulunduğumuz hayatla ilgili, derin ve korkunç bir rüyanın girdabında dönüp durduğumuzdan korkardım. Peki ya bu sonsuz görünen rüya girdabının içinde gördüğümüz rüyalar, gerçek hayattan birer kesitler miydi? Ya da örneğin, inançlı insanlar için kabuslar cehennemden, güzel rüyalar cennetten kesitler miydi?
Cehennem kavramında, kor ateşlerde yanmayı her zaman manevi açıdan düşünürdüm. Parmağımın ucu yansa bunu kendime dert edinebilecek biri olmama rağmen, nedense manevi yangınları fiziksel olanlardan daha acı verici bulurdum. Şimdi ise, doymak bilmez insanoğlunun dünyadaki cehenneminden kaçmak adına sonsuz uyku girdabında kayboluşlarına şahit olacaktım. Bir insan mutlu olmak adına kendinden bile vazgeçer miydi? Bu dünyada mutluluk muydu önemli olan yoksa yaşamak mı?
"Seni bir taşa bağlayalım, yoksa bu fırtınada uçacaksın!"
Geldiğimiz mevsimin kışa denk geliyor oluşu, giysi dolabından kürklü mantoların çıkmasından belliydi. İlk önce kürkler açısından tedirgindim fakat profesörün, kürklerin yüzde yüz yapay olduğuna dair bir not bırakmış olması beni rahatlatmıştı. Yine de tüm bu sıkı giysi önlemlerine rağmen, bir tipiyle karşı karşıya kalacağımızı beklemiyordum. Yolda yürürken koskoca Thomas'ı bile görmekte zorlanıyordum. Ayrıca dizlerime kadar battığım kar yığınında yürümeye çalışmak, her adımımda nefesimin kesilmesine neden oluyordu. Boyumun neden biraz daha uzun olmadığına lanetler yağdırabilirdim. Çünkü benim zorla attığım adımı, yanımdaki tosbağa kolaylıkla aşıyor ve dönüp yavaş yürüdüğümden dolayı bana laf yapıyordu.
"Ben seni yavaşlatıyorum. Daha fazla gelemeyeceğim. Sen git." dedim nefes nefese olduğum yerde dinlenmeye çalışırken.
"Hadi ama! Daha yeni yürümeye başladık."
O tipide bile Thomas'a attığım sert bakışlar, yaydan çıkan ok gibi hedefini vurmuştu. "Pekala, ama sadece yarım saat oldu." dedi hala inatlaşır bir biçimde.
"Yarım saat az mı? Hem etrafta in cin top oynuyor. İnsanları geçtim ev yok! Neden direkt şehre inmedik ki?"
Thomas'tan cevap gelmeyince bir süre dönüp baktığı yere bakmaya çalıştım ama hala tipiden bir şey göremiyordum. Bu yüzden yanına giderek onu sarstım.
"Karda insanlar genelde titreyerek donar. Sen bilgisayar gibi bir anda gittin." dedim. Dönüp ne dediğimi anlamaya çalışır bir biçimde baktıktan sonra, "Şom ağzını her zaman böyle güzel şeyler için açmalısın patates. İleride bir şehir var sanırım. Tipiden net göremedim fakat evlere benziyorlar." diye yanıt verdi.
Gösterdiği yöne baktığımda hala net bir şey göremiyordum fakat adamın boyu uzundu. Belki benim göremediğimi görüyordur diye düşünerek onun gösterdiği yöne doğru ilerledim. Nihayet, biraz daha ilerledikten sonra Thomas'ın serap değil de gerçek bir yerleşim yerini görmüş olduğunu anladım. Burası yüzlerce bungalovun oluşturduğu büyük bir şehirdi. Yine de şehir içine girildiğinde, ne bir araç ne de insana dair herhangi bir iz bulmak mümkün değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...