Her ne kadar açılan her yaranın zamana dayalı iyileşme süresi olsa da, bazı yaraların ardında bıraktığı derin izleri ömrümüz boyunca vicdanımızın üzerinde taşırdık. Bu derin izler kendini, saklandığımız rüya aleminde daha fazla gösterirdi. Biz ne kadar kaçsak da, aniden bizi uçurumun kenarına sürüklerdi.
Bazen de, bu derin izleri insanların fani gözlerinin göremeyeceğini bilsek bile, bu derin izlerden duyduğumuz utançla, biri bu çirkin yönümüzü görecek diye ödümüz kopardı. Bu izleri saklarken kendimizi de izole ederdik tüm hayattan. Yeni bir sayfa açacağımızı sanırken, her seferinde geçmişimizden kaçardık oysa.
"Gerçekten o batık gemiye gitmek için neden bu kadar heyecanlandığını anlamıyorum patates."
Thomas bir yandan üzerinde 'Titanic' yazan dolabı açarken, diğer yandan ise benim yerimde duramayacak kadar heyecanıma anlam veremiyordu.
"Hakkındaki efsaneleri duymadın mı hiç? Ayrıca, sen o gemi üzerine yapılan filmi izlemediğin için bu kadar ruhsuzsun." diye karşılık verirken bir yandan da ona omuz silktim.
"Sadece batan bir gemi olduğunu biliyorum. Yıllardır bir sürü gemi batmış. Bu da onlardan biri işte."
Thomas'ın cahilliğine ve bunun getirdiği ruhsuz tavırlarına daha fazla katlanamayacağımı bildiğim için, dolaptaki mavi üçgen yaka ve omuzları açık kalan elbiseyi alarak giyinmeye gittim. Geçen seferki seyahatimde de Victoria Dönemi giysilerini giydiğim için bu elbiseyi giymekte zorlanmadım. Saçıma yaptığım bukleleri ise dağınık bir biçimde toplayarak geniş şapkamın içine tıkıştıracağım şekilde tutturdum.
Thomas'ın yanına gittiğimde, yüzyılların erkek giysisi olan smokinini üzerine geçirmiş, yeni yaptığı tıraşla da sinekkaydı erkek modelinin bir başyapıtı olarak karşımda duruyordu.
"İçinde mektup var mıydı? Neler yazıyormuş? Okudun mu?" diye sorularımı ardı ardına sıralarken, Thomas yüksek ihtimal sabrının son sınırlarına kadar, çenemi ne zaman kapatacağımı bekliyordu.
"Okudum. Aradığımız parça, geminin birinci sınıf kısmında seyahat eden Benjamin Guggenheim isimli bir adamda. Maden alanında bir iş adamı ve büyük ihtimal bizim parçayı maden alanlarından birinde buldu. Sanırım New York'ta ismi belli olmayan bir alıcısına teslim etmeye gidiyormuş. Alıcının kim olduğu apaçık ortada fakat düşündüğüm kişi ise parçanın kendisine gelmeyeceğini bile bile neden orada bekliyor, bu konuda bir fikrim yok."
Ben onun çözmeye çalıştığı anlam karmaşasına pek kulak asmadan takıldığım kısma odaklandım ve "O zaman biz de birinci sınıfta seyahat edeceğiz?" diye sevinçle elimi çırptım.
"Biz değil, sen."
Thomas'ın ilk önce neyi kastettiğini anlayamasam da, ciddi gözükmeye çalıştığı ama beceremediği endişeli yüz ifadesine baktıktan sonra ne olduğunu idrak edebilmiştim.
"Ne demek biz değil? Sen neden gelmiyormuşsun?"
"Çünkü hanımefendi, bu bir tuzak olabilir. Eğer alıcı Lena ise, Titanic gemisinin batacağını zaten biliyordur. Bu yüzden NewYork'ta beklemesi kadar saçma bir şey olamaz. Yani mantık hatası var."
"Anladım." dediğimde, aslında gerçekten anlamamıştım. Hala aklıma yatmayan şeyler olduğu için, Thomas'ın ukala bakışlarına maruz kalmamak adına kafamın içindeki tüm bilim adamlarını toplamış, olayı çözmeleri için toplantıyı başlatmıştım.
"Anlamadın değil mi patates?" Bakışlarımı odakladığım zeminden kaldırıp Thomas'a baktığımda, onca toplantıya rağmen o ukala bakışlardan kurtulmayı başaramamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...