56

2K 191 90
                                    

Algıladığımızı sandığımız gerçeğin kendisinde, sandığımız kadar büyük müydük gerçekten? Atomdan bile küçük bir noktanın patlamasıyla süregelen zamanın, tüm yıla vurulduğunda, sadece yılın son on dört saniyesine tekabül eden insanlık tarihini de göz önüne alırsak, gerçekten gördüğümüz kadar büyük müydük? 

On dört saniye, sırayla saymaya kalktığımız saniyeler içerisinde, kendi hayatımızda hiçbir değişiklik olmaz sanıyorken; koskoca insanlık, evrenin tarihinde kendine yer bulmuştu. Filmin son saniyelerinde alınan bir bilet gibi. Gitgide genişleyerek, boyut kavramımız içerisinde sürekli ileriye akan zamana ne demeliydik peki? Ya bir gün evren genişleyecek yer bulamazsa? Gitgide daralan bir evrende, zaman da geriye mi akacaktı? Hepimiz, Bay Hiçkimse* olduğumuz hayatlarımızı tekrar tekrar mı yaşayacaktık? 

Yaptığımız seyahatlerde, bulunduğumuz evrenin konumu neydi? Zamanda geriye giderken, daralan evrene mi atlıyorduk? Yoksa, evreni küçücük makineyle biz mi daraltıyorduk? Bu mümkün müydü? Eğer zaman boyutunun içerisinde bir başka evrene atlayış gerçekleştirebiliyorsak, birbiriyle iç içe geçmiş evrenlerden hangisinde gerçekten yaşıyor olurduk? Tek bir noktaya bağlanmış, birbirinden bağımsız sonsuz evren... Giysi dolabındaki aynı askılığa, sığabildiği kadar askı asmak gibi... Peki ya o askılık, o tek birleşme noktası, evrende neyi ifade ediyordu?

Koskoca evrenin kısacık bir anına denk geldiğimizi düşününce, hayatlarımız ne kadar küçük ve önemsiz gözüküyordu değil mi? Oysa, haritalarda olduğu gibi ölçeği gitgide yaklaştırdığımızda, evren mikroskobuyla insanlığa bakmak gibi, saniyenin binde birinde yaptığımız bir hareketin bile ne denli önemli olduğunu görüyoruz. Edward N. Lorenz'in dediği gibi, 'Amazon Ormanları'nda bir kelebeğin kanat çırpması, Avrupa'da fırtına kopmasına sebep olabilir.'

Evrenin bu denli muntazam ve ince detaylarla işlenmiş kuralları içerisinde, ne muhteşem sırlar gizliydi daha kim bilir? Biz ise, bu sırların içerisinde, toz tanesi kadar bile değildik. Düşününce, evrenin bizden farklı planları da var gibi durmuyor muydu? Peki biz bu planların gerçekten merkezinde miydik? Yoksa ona mı inanmaya çalışıyorduk?

Bulunduğum boş odada, karşımda izlediğim boş duvarlarda yankılanacak derecede yayılan ses dalgaları, sadece Dalya'nın beni düşüncelerimden sıyırmak için çıkardığı bir öksürük sesiydi. Kaybolduğum evrenden uzaklaşırken, yer çekimi etkisiyle dünyama geri çekilmiş gibi hissediyordum.

"Rahatsız ediyorum ama, Thomas uyandı. Onu haber vermek istiyordum." dedi çekingen bir üslupla.

Milyarlarca yıl önce, bedenimi oluşturacak elementleri meydana getiren yıldız tozları, bir anda gözlerimde canlanarak yerini bulmuştu. Sevinçle parıldayan gözlerle Dalya'ya baktığımda, onun gözlerindeki yansımada görebiliyordum kendimi. O ise, beni gördüğü kadarıyla idrak edebildiği sevincime, kendince ortak olmuş ve tüm o çekingen tavrını yıkarak gelip bana sıkıca sarılmıştı.

Dalya ile seremoni gibi etrafa yayılan sevinç dalgalarından sonra, nihayetinde diğer odaya koşarak, uykudan yeni uyanmış şiş gözleriyle etrafa anlamsızca bakan Thomas'ın yanına vardım. Beni görünce, gözlerini kocaman açmış ve heyecandan büyüyen göz bebekleri ise onu ele vermişti.

"Neler oluyor Doğa? Bu insanlar da kim?" diye sordu hemen aklındaki soruyu. Ağzındaki baklayı ıslatacak kadar bile orada bulundurmayan biri olduğunu bir kez daha ispat etmiş oluyordu.

"Bir de Zamanın Lordu olacaksın, beni göremeyince küçük çocuklar gibi korkmuşsun." dedim alaylı bir ifadeyle. Thomas ise kelimeleri tek tek kulaklarından almış, beyninde çorba yapmış gibi birbirine karıştırmıştı.

"Lord mu zamanın? Zaman kimin lordu? Ne dedin sen?!"

O kadar avanak bakıyordu ki etrafa, tek ben değil odadaki herkes bir kahkaha patlatmıştı. Bu onu kendisine getirmiş olacaktı ki, yataktan doğrularak ciddi bir tavır takınmaya çalıştı.

ZAMANIN ÇİZGİLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin