Antik Yunandan dönmemizin üzerinden yaklaşık bir hafta geçmişti. Bu son bir haftada insanların katledilmesiyle ilgili gördüğüm kabus kendini sıklıkla yinelemiş ve bende bıraktığı etki daha da artmaya başlamıştı. Parçayı aldıktan sonra Nebukadnezar'ın laneti bana geçmiş gibi hissediyordum. Yine öyle bir gecede kan ter içinde uyanmıştım. Korkuyla yatağa oturduğumda kalbim hala son hızda çarpıyordu. Yoğun bir susuzlukla kuruyan ağzımı serinletebilmek için mutfağa doğru ilerledim.
Son bir haftayı Thomas'ın evinde geçirmiştim. İkimizin de biraz yolculuklardan uzak durmaya ve dinlenmeye ihtiyacı vardı. Ayrıca onunla ev arkadaşı olmak sandığım kadar korkunç değildi. Beraber yemek yapıyorduk, etrafı fazlaca dağıtarak bunu yapıyorduk. Daha sonra bulaşık yıkamaya giriştiğimizde onun muzurluğu tutuyordu ve her seferinde köpük savaşı yaparken tüm evi deterjana boğuyorduk. Ardından kirlenen evi ise tekrar temizlemek zorunda kalıyorduk ki açıkçası tatilimizde pek dinlendiğimiz söylenemezdi.
Mutfağa yaklaştığımda ışığın yandığını fark ettim. Her zamanki gibi onu gizli gizli gece uyanıp yemek yerken yakalamıştım. Genelde böyle yemeğe devam ederse ileride tombik ve kalp hastası bir profesöre dönüşeceğini ona hatırlatarak biraz da azarlıyordum. Fakat şu an kendimi o kadar kötü hissediyordum ki, gördüğüm kabusun üzerine soğuk bir su içmekten başka istediğim bir şey yoktu.
Mutfağa girdiğimde onu akşam yemeğinden artan salçalı makarnaya gömülmüş bir şekilde buldum. Beni görünce süt dökmüş kedi gibi sandalyeye sindi ve sevimli sevimli gülmeye çalıştı.
"Bu sefer benim suçum değil. Gerçekten. Onlar gece gelip onları yiyeyim diye kulağıma fısıldadılar. Kendilerini tencerede çok yalnız hissediyorlarmış. Sen olsan kıyabilir miydin?"
Yüzüne öyle masum bir ifade takınmıştı ki ciddi ciddi benim buna inanmamı bekliyordu. Normal bir zamanda olsaydı kendisine kolesterol ve kalp rahatsızlığının gece yenen makarnayla nasıl tetiklendiğini uzun bir vaaz olarak anlatabilirdim fakat dediklerine pek kulak asmadan buzdolabını açıp şişeyi kafama dikmek şu an beni daha çok rahatlatacaktı.
"Sen iyi misin?" dedi yüzündeki masum ifadenin yerini ciddiyet alırken. "Yüzün sapsarı olmuş."
Şişeyi buzdolabına koyarak ona döndüm ve başımı 'hayır' anlamında salladım.
"Yine o her zamanki kabus mu?" dedi. Bu sefer de başımla dediğini onayladım. Boğazımda öyle bir düğüm oluşmuştu ki konuşmaya başlarsam hıçkırıklara boğulacağımı biliyordum. O da bu durumu anlamış olacaktı, sandalyesinden kalkarak yanıma geldi. Başımı tutarak göğsüne yasladı ve elleriyle saçlarımı okşadı.
Bu onun teselli etme şekliydi. Genelde konuşmaları pek beceremezdi. Zaten şu an kelimelerden çok sevgiye ve güvene ihtiyacım vardı. Aradığım güveni ise, göğsüne dayadığım kulağımda yankılanan kalp atış sesinde buluyordum. Ben de karşılık olarak ellerimi onun beline doladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...