Hayal gücünün sınırları seni bir evrenden diğerine götürebilir, yıldızlar arası seyahatin kapılarını aralayabilirdi. Fakat, oturduğun yerden hayal etmek yeterli gelmiyorsa, o zaman hayallerin için savaşman gerekiyordu. Bu, her şeye karşı bir savaş olabilirdi. Seni küçümseyen insanlara, kısıtlayan bir inanca, hayal gücünün büyüklüğünden korkan insanlara karşı olabilirdi.
Yüzyıllarca bilim, dünyanın efendileri olmak arzusuyla yanıp tutuşan, yok etmekten başka bildiği bir yöntem olmayan insanlar yüzünden askıya alınmıştı. Bilim ilerliyor, yok edici güçler tarafından yakılarak tekrar en başa dönüyordu. Eğer bu dünyaya en başından beri parlak fikirler hakim olsaydı, gelebileceğimiz konum belki hayal bile edemeyeceğimiz düzeyde olurdu. O insanlar bu çetin savaşları bilmelerine rağmen, korkusuzca adamışlardı kendilerini bilimin kollarına. Sırf bu azmi görüp savaşmaya değmez miydi?
Belki yapabileceklerimizin sınırı hayal gücümüzün çok daha altında kalabilirdi. Yine de yaptıklarımız, geleceğin hayallerini gerçekleştirmeye bir basamak olabilirdi. Newton'un ışığın kırınımını incelerken, gözden kaçırdığı güneş tayfındaki o siyah çizgiler, yıllar sonra Fraunhofer tarafından bulunmasına ilham olmuştu. Fraunhofer'ın icadı ise, yepyeni bir kapıyı aralamıştı.
"Bilimin mucizesi sadece bilim insanlarının ellerinde kalmalı. Çünkü onlar bilimin iyi yönlerini çıkarıp bize sunmasını daha iyi bilirler. Bilimden anlamayanlar, bilimi rahatlıkla kendi emellerine ve arzularına alet edebilirler."
Balder itirafını yaptıktan sonra, bir süre bu konu hakkında konuşmak istemediğini, hazır olmadığını belirtmişti. Ben de, ısrarcı olmanın yersiz olduğunu düşünerek bir daha bu konuyu açmamıştım. Sanırım önümüzde, bu konunun çok ötesinde, çözmemiz gereken olaylar vardı.
Balder, bir yandan tarihle ilgili sitemlerini bize sayarken, bir yandan da gizli dosyaları karıştırarak robotlar hakkında bilgi bulmaya çalışıyordu. Onun çalışmalarını takip edebilmemiz ve fikir sunabilmemiz için, bilgisayar sistemini gözlerinden bize de yansıtıyordu. Evet, gözlerinden... Bu çağda epey yaygın olan bu sistem, kişisel bilgisayar olarak adlandırılıyordu. Günlük sentilyar byte bilgiyi alabilecek kadar büyük kapasiteye sahip bu cihazlar, bir tardisi andırırcasına, küçücük, ancak kapasitesi çok daha büyüktü. Gerektiğinde kulağın iç kısmındaki sinirlere bir kene gibi yapıştırılarak beyin ile iletişimi sağlıyor ve ihtiyacı olan bilgiyi beyine aktarabiliyordu. Ayrıca görüntüleri paylaşmak istediğinde ise, göz merceğine içten bir ışıkla kırınıma sebep olarak, bunu dış dünyaya yansıtıyordu.
"Buldum!" dedi Balder sevinçle yerinden kalkarken. Onun hareketlenmesiyle, gözünden yansıyan görüntü bozulmuş ve gitgide yok olmuştu. Bilgisayarına kapatma komutunu verdikten sonra bize geri döndü.
"74. ve 81. paraleller arasında yer alan Svalbard adasına gidiyoruz! Benden tarihin derinliklerinde dahi olsa, sanal ortama aktarılmış hiçbir bilgi kaçamaz."
Balder başarısını kutlarken, diğer yeraltı halkı ona sevinçle eşlik ediyor, daha önce rastlamadığım değişik bir dans stiliyle odada dans ediyorlardı. Fakat bu toplu danslarıyla, folklor gösterisinden daha çok televizyonlarda sabah aerobiği yapan teyzelere benziyorlardı. Thomas ile gülmemek için kendimizi zor tutarken, onları o hallerinden uzaklaştırmak adına söze atıldım.
"O ada Norveç'te değil mi? Asya kıtasındayız diye biliyorum. Nasıl ulaşacağız?"
Sözlerim, ilk önce sevinçlerini bir anlığına gölgelese de, Balder söze atılarak, bu konu hakkında daha önceden düşündüğünü belli etti ve açıklama yapmak için gelip yanıma oturdu.
"İnsan ırkının tüm dünyayı kapladığı zamanlarda, teknoloji de ulaşım yönünden epey zenginleşmişti. Günümüze kalan en hızlı ulaşım aracı bizi on dakikaya oraya ulaştırır ancak bu biraz tehlikeli olacaktır." dediğinde korkuyla yutkundum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...