En tatlı ölüm bile, geriye hüzün kırıntılarını bırakırken; toprak, üzerinde çiçek açmak için hevesle beklerdi yeni yoldaşını. Yüzyıllardır evlatlar ölmüş, ve yine yüzyıllardır anneler ölen evladının yüreğine bıraktığı kor ateşle yanarak yaşamasını öğrenmişlerdir. Ama kimse, benim gibi ölen evladı karşısında ne tepki vereceğini bilemeden öylece durmamıştır.
Evladımın nefret fırtınasında kaybolup yittiğine mi üzülmeliydim, yoksa böyle bir evladı nasıl doğurabildiğime mi? Oysa bembeyaz elbisesiyle nasıl masum görünüyordu! Vücudundan akan kan ise, bembeyaz elbisesini kırmızıya boyarken; tutkunun kadını, ardında bıraktığı ölü bedenlerin üzerinden nasıl dirilecekmiş gibi duruyordu.
"Klotho, ben yapmak zorundaydım. Yine hiçbir şeye engel olamadım. O ne kadar şanslı, ben ise kendimi öldüremeyecek kadar beceriksizim!"
Eternus'un sözleriyle birlikte elinden düşerek yerle buluşan silahın çıkardığı yoğun gürültüyle, dikkatimi yerde yatan Lena'dan ona döndürebilmiştim.
"Beni evlat katili yapmaktan kurtardın Eternus. Zaten yeterince kirli olan ellerini, kalmayan vicdanın da umursamayacaktır."
Eternus sözlerim üzerine yüzünde oluşan acı ifadeyle can çekişiyor gibi yere çöktüğünde, daha fazla onu görmemek için bakışlarımı tekrar yerde yatan Lena'ya döndürdüm. Elbisesi neredeyse kıpkırmızı olmuştu. Akıttığı tüm kanların içinde boğuluyor gibiydi.
Thomas'a gözlerimi çevirdiğimde, o da benim gibi olduğu yerde sabit kalarak yerde yatan umutlarına bakıyordu. Kızı olduğunu öğrendiği an yaşadığı mutluluğu daha birkaç saat öncesine aitti. Şimdi ise ölen umutlarıyla hepsi hacze uğramış gibi elinden alınmıştı. Hayat denilen şey buydu işte. Ödeyemeyeceğin kadar mutluluk yaşarsan, bir gün kalbine gelen hacizle mutluluğun yanında tüm umutlarına da el koyarlardı.
Thomas beklemediğim bir hamle yaparak hafif adımlarla Lena'ya doğru yaklaştı. Ölü bedeninin yanına geldiğinde ise yavaşça diz çökerek, Lena'nın başını kucağına aldı. Nefesimi tutar vaziyette ne yapacağını izliyordum. O ise başta öylece durmuş yüzünü izlerken, ardından başını onun başına yaslamasıyla hıçkırıklara boğularak ağlamaya başlamıştı.
Tüm feryatları duvarları dövercesine inliyordu bu küçük odanın içerisinde. Onu ilk defa bu kadar yıkılmış görüyordum, ilk defa bu kadar çaresiz ve ilk defa bu kadar benliğinden uzak. İçinde biriken ve taşan tüm o acıyı yakarışlarıyla, feryatlarıyla atmaya çalışıyordu.
Annemden her üzüldüğüm zaman bir söz işitirdim. Allah insana taşıyamayacağı yükü vermez, derdi. Oysa karşımda tanıdığım en hayat dolu adam, sanıldığından daha güçsüz çıkmıştı. Sırtına yüklenen yükü kaldıramamış, yıkılmış ve yakarışlarıyla, artık gelen acıyı atmaya çalışıyordu.
Peki ya bu benim için taşıyabileceğim bir yük müydü ki ağlayamıyordum? Yoksa artık benim de mi içim kurumuştu? Artık hiçbir umutla sulanmayan bahçemde, solabilecek bir çiçek dahi kalmamıştı.
Yavaş adımlarla kütüphaneye doğru gittiğimde, Thomas'ın aksine acımı ağlayarak değil, kırıp dökerek atmayı tercih etmiştim. Tüm kitapları birer nefret parçasıymış gibi etrafa fırlatırken, bir şey çıkmamış olan raflarda aradığımı bulamadığım için, kitaplığı tüm gücümle yere iterek kırılmasını seyretmiştim."Yalan söylemiş!" diye bağırışım yankılanırken kulaklarımızda, Thomas hıçkırıklarına bir son vererek kan çökmüş gözlerini üzerime dikmişti. Eternus'un ise bana doğru yaklaştığını gördüğümde, kütüphaneden kırılan tahta parçasını ona doğru fırlattım.
Fırlattığım parçadan ustalıkla kurtulan Eternus, ellerini bana doğru siper ederek, "Sakin ol! Makineyi nereye sakladığını anladım sanırım. Yardım etmeye geliyorum." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...