51

2K 178 124
                                    

Ruhumuzu kirleten en büyük düşmanımızın korkularımız olduğunu söyleyebilir miydik? Her kötü duyguyu öncelikle besleyen daima korkumuz olmuştur. Korku, nefreti tetikler, öfkeyi, bastırılmış karakterin tamamen yitikliğini, özgürlüğün gitgide paslanmış demirlerde çürümesini tetikler.

Duyduğum korkunun kalbime değerek verdiği enerjiyle, süresi dolmuş veya pili biterek unutulmuş olan kötü duyguların tekrar çalışır hale gelmesini önlemek için, yaşadığım en güzel anları düşünmeye çalışıyordum. En sevdiğim oyuncak ayımı üşümemesi için battaniyeme sarıp gezdirdiğim zamanki saf duygularımı, ilk bisikletimin alınmasının hevesiyle sürdüğüm zaman düşüp dizim kanadığında, annemin yaramı öperek daha sonra pansuman yapmasını, sabah uyandığımda etrafı bembeyaz görmemle dışarı çıkarak karda yuvarlanmamı düşünüyordum. O anıların sıcaklığı ile, korkudan buz tutan yüreğimi çözmeye çalışıyordum.

Uyandığımdan beri, odaya giren veya çıkan hiç kimse olmamıştı. Bileğimi bağlayan halatların, tenimde yaptığı tahrişten ötürü kaşınan derim ve ağzımın kapanmasını önleyen bez parçasına akan salyalarımdan rahatsız olmasaydım, ayrıca başıma aldığım darbeden kaynaklı zonklayan damarlarım olmasaydı, sanırım soğuk suya girene kadar uyanmayabilirdim.  Çünkü uyandığımda, neredeyse ertesi günün akşamüstü olmuştu ve Eternus'un da benim gibi ağzı bağlı olduğundan, ondan da herhangi bir şey öğrenemiyordum. Bilgisizliğin korkuyu yenerek boş bir cesaretlilik kazandırdığı söylenirdi fakat bu durumdaki bilgisizliğim daha da korkmama neden oluyordu.

Saatin gitgide ilerliyor oluşu, bizi kaçınılmaz olan ölüme sürüklüyor gibiydi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Saatin gitgide ilerliyor oluşu, bizi kaçınılmaz olan ölüme sürüklüyor gibiydi. Ellerimi her ne kadar uğraşarak halattan kurtarmaya çalışsam da, o kadar sıkı bağlanmışlardı ki, kendimi yormaktan ve debelenmekten başka bir şey yapamıyordum. Eternus'un ise kelepçelerden kurtulması, benden daha da zor bir durumdu. Filmde böyle bir sahne olmasına rağmen, en azından kızın elleri bağlı değildi. Benim hayatıma uyarlanışında hep neden bir tık zor olması gerekiyordu? Yoksa bu rolde Jack ben miydim?

Tedirgin bekleyişlerimizin nihayete ermesi akşam on biri bulurken, kapının ardından gelen tıkırtılarla son bulmuştu. Kapı açıldığında, Guggenheim ve metresinin hizmetçisi, fısıldaşarak içeri girmişlerdi.

Guggenheim, gözlerini benden yana çevirdiğinde, uzun süre sıcakta kalarak kokuşmuş bir et parçasının kokusunu burnuna çekmiş gibi, yüzünü ekşitmişti.

"Demek uyandın küçük hırsız! Senin sahtekar olduğunu zaten ilk görüşte anlamıştım. Bir Livingston leydisi asla senin gibi bohem ve basit davranmaz. Benden değerli madenimi çalabileceğine inandın fakat kıvrak zekamı aklına getiremedin."

Guggenheim'in söyledikleri, tam olarak beklediğim sözler değildi. Yüzünde kendinden emin bir ifade ve odayı kaplayan hacmine bile sığmayacak egosuyla sarf ettiği sözlere kendini inandırmışken, yaptığı imalarda büyük bir yanlış söz konusuydu.

ZAMANIN ÇİZGİLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin