Bazen insanlar, öyle yanlış zamanlarla doğru insanlarla karşılaşırdı ki, onca çirkinliğin, yanlışlığın içerisinde onun ışığını fark etmekte geç kalırdı. Cesareti kırılmış, küskünlüğü kabarmış zamanlarda rastlardı bazen, aşabileceği engelleri dağ yapardı gözünde, kar yağdırırdı o dağlara. Sonra da kendini inandırmaya çalışırdı imkansız olduğuna. Sevdiğinden bile korkardı.
Kimisi de gururdan ördüğü duvarları siper ederdi kendine. Gururu, kendi benliği sanırdı. Siperlerini yıkmaya gelen insanı da bu yüzden bir tehdit olarak görür, geri püskürtmeye çalışırdı. Kaçardı, kırardı, kabullenemezdi. Sevdiğine bile düşmandı.
Kimisi, kendine olan sevgisini paylaşmayı kabullenemezdi. O kadar severdi ki kendini, başkasını sevmeye başladığı an, kendini paylaşamazdı kendisiyle. Sevdiğinden bile sakınırdı. Binlerce sebep vardı böyle aşka dair yıkıntılardan. Bu yüzden derlerdi ya, aşk her insana nasip olmaz. Kimisi şans der, kimisi kader. Her daim aşkın birini seçtiğine ve o insanın seçilmiş kişi olduğuna inanırdık. Oysa aşkı kazanmak için aşk oyununu iyi oynamak lazımdı. Ve bu oyunun galibi olmanın tek bir yolu vardı. "Karşılıklı fedakarlık."
Aşk oyununu iyi oynayamamıştım. Hayatımda her oyunda berbat olduğum gibi, bu oyunda da öyleydim. Bir tutam bencillik, bir tutam gurur, bir tutam acizlik... Hepsinden azar azar katmıştım yemeğime tat versin diye. Oysa herkesin düştüğü yanılgı gibi, benimki de baharatlardan tatlı yapmaya çalışmak olmuştu. Ziyan etmiştim tüm emekleri.
Şimdi tanımadığım insanlarla, sevgisini yitirdiğim adamı arkamda bırakarak kendisini de yitirmiştim. Sığındığımız virane, derme çatma bir yeraltı binada, her göz yeni geleni hafızasına kazımaya çalışıyordu. Her meraklı göz kim olduğumu öğrenmek için heyecanla bekliyordu.
"Siz kimsiniz ve burada biri bana neler olduğunu açıklayacak mı?" Sorumu sorduğum odada en az yedi kişi olmamıza rağmen, herkes hala donuk bir şekilde bana bakıyordu. İnsanlar robotlarla yaşaya yaşaya onlara benzemiş gibiydiler.
"Hayatını kurtaranlara karşı hep böyle sert misindir?" Arkadan gelen erkek sesiyle, yaşamsal aktivite bulmanın sevincini yaşayarak arkamı döndüm. Fakat sesindeki alaycı ton beni bir yandan da rahatsız etmişti.
"Belki de beni güzel ve tatlı rüyalardan alıkoymuşsunuzdur!?" dedim aynı alaycılıkla.
"İstersen seni geri götürebilirim, ama iyi geceler öpücüğü verirken rüyaların pek tatlı olacağına dair söz veremem."
Ensesinde topladığı dalgalı sarı saçlarını tamamlayan su mavisi gözleri vardı. Yaşı genç duruyordu ve hatta Orta Çağ'ın prensi gibiydi. Hafif kavisli burnu, yüzünde dikkati kendine çekiyordu fakat bu onda karakteristik bir ifade yaratmıştı. Alaycıydı fakat meydan okuması hoşuma gitmişti. Çünkü gözlerinde bir bebeğin masumluğunu taşıyan erkekleri iyi tanırdım ve her zaman ilk görüşte notunu verdiğim insanlar beni hayal kırıklığına uğratmazdı.
"Lider sensin demek." diye karşılık verdim. Böyle bir tepki beklemiyormuş gibi kaşlarını şaşkınca yukarı kaldırdı.
"Bizde lider yoktur madam. Hepimiz biriz."
"Madam." diyerek tıslarcasına güldüm. "Geçmişe pek bir hakimsin."
"Biz misafirlerimize geldiği yerde olduğu gibi davranırız. Bizim nezaket gösterimiz budur."
Evet, bu sefer şaşırma sırası kesinlikle bendeydi. "Benim hakkımda neler biliyorsun?" diye sordum merakla. Neden telaşlandığımı bilmiyordum fakat bu durum beni endişelendirmişti.
"Tahmin ettiğinden daha fazlasını. Yazgının, beyaz sayfasında vücut bulmuş halisin. Roma'da Nona*, Yunanistan'da Klotho, Mısır'da Mesenet**, İskandinav'da Urd***, bizim şehrimizde ise Somnus Finis yani uyku sonu olarak biliniyorsun. Aslında kendi çağında sıradan bir kızken mucizevi şekilde zaman gezgini olmuş birisin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...