Azalan günler sadece takvimlerden eksilmezken; hapsolduğumuz, dışı lale bahçeleriyle süslenmiş ve etrafı görünmez duvarlarla örülmüş bu iki katlı küçük evde, Thomas ile aramızdaki buzdan duvarları yavaş yavaş eritiyorduk. Belki aşka dair izler barındırmıyordu aramızdaki durum, fakat sevginin sınırları sonsuzdu.
Thomas ile ilk günlerde aramızda olan resmi ve saygı çerçevesinde bulunan konuşmalarımız, gitgide gevşeyerek yine onun alaylı tavırlarına bırakmıştı yerini. Seviyordum bu halini. Çünkü biliyordum ki, o eğer severse alay ederdi. Benimle dalga geçtiği her an, beni affediyor demekti. Bu adamı tuhaflıklarıyla seviyordum.
"Evde resmen goril besliyoruz. Şimdiden bir haftalık erzakımızı tüketmişsin. Umarım yetkililer buradan beni duyuyordur." Thomas mutfaktan seslenirken, yine bu tavırlarına kıkırdamaktan kendimi alamamıştım.
Her hafta erzakımız mucizevi bir şekilde lale bahçesinin arasındaki yolda belirirken, son zamanlar beni doyurmaya yetmediğinden; bir hafta, üç gün aralığa düşmüştü. Artık biz de geçen dört ay sonunda bu duruma alışmış, görünmez gardiyanlarımızla alay eder olmuştuk.
Sekiz ayı dolduran bebeğimin oluşturduğu çıkıntıyı elimle severek mutfağa ilerledim. "Onu bana değil, içimde canavar gibi her şeyi silip süpüren bebeğine söyle." dedim.
"Sen de benim minik bebeğimi iyice oburluğuna alet etmeye başladın. Şimdiden karşımda patlayacak bir füze gibi duruyorsun. Doğumdan sonra da hala böyle kal da göreyim o zaman canavar kimmiş."
Sözleri üzerine sinirleniyormuş gibi yaparak gözlerimi kıstım ve sinsi sinsi ona baktım. "Bunu bana geceleri gizli gizli dolabı mideye indirirken yakaladığım adam mı söylüyor? Asıl senin obur genlerin yüzünden ne yesem doyuramıyorum bebeğimizi."
Sözlerim üzerine bir kahkaha patlattıktan sonra, "Umarım sana çekerek patates surat olmaz. Birini yeterince izledim, diğerine şahit olmaya kalbim dayanmaz." dedi. İlk önce eğlenerek başladığı cümlesini, düşen ses tonuyla bitirdiğinde, içinde onaramadığım daha bir sürü kırgınlık olduğunu anlamıştım.
"Gerçekten bebeğimizin bana benzemesinden korkuyor musun? Ona baktığında aklına gelecek olmam seni bu kadar korkutuyor mu?"
Biliyordum, ona bunları sormaya bile hakkım yoktu. Fakat yine de arsız yüreğim gerçekleri duymak için çırpınıyordu.
"Senden nefret etmiyorum Doğa." dedi uzun süredir uzak kaldığı ciddiyetini takınarak. "Senin yüzünü istesem de ömrüm boyunca zihnimden silemem zaten. Hem yaşlandığım zaman seninle karşılaştığımda anılarım teker teker saklandığı yerden çıkacağına, her zaman canlı kalır. Ne fark eder?"
Gençliğim ile karşılaşacağından bu kadar eminken, geleceğimden ise kendini mahrum edeceğinden bu kadar şüphe duymaması, içimde 'yeniden'e ait her olguyu yok ediyordu. Yine de bu düşüncelerimi kendime saklamayı tercih ettim. Konuyu tamamen değiştirerek, "Lena bebeğimizden ne istiyor olabilir?" diye sordum.
"Bilemiyorum." diye yanıtladı beni. Parmaklarıyla da kafasını kaşırken, bir şeyler düşünüp cevap aradığını belli ediyordu.
"Bizi bu eve hapsetti. Gayet krallar gibi de bakılıyoruz. Onca kine, nefrete ve öfkeye rağmen, bu kadar iyimser yaklaşması sana da korkutucu gelmiyor mu?" diye sordu.
"Tıpkı fırtınadan önceki sessizlik gibi." dedim mırıldanarak. Ardından daha fazla orada durmayarak salona geri döndüm. Kütüphaneden bebeğime okuyacağım yeni bir masalı seçerken, o neşeli kitaplar arasında yetim gibi duran siyah kaplı kitap ilk defa dikkatimi çekmişti. Daha önce burada bulunmamış gibi, yerini yadırgamış bir şekilde bükülmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...