Aradığımız kızın evinin bulunduğu gökdelene geldiğimizde, elimi yanımıza koruma olarak gönderilen adama doğru uzattım.
"Anahtarları ver ve burada bekle." dedim.
"Üzgünüm bayan, yanınızdan ayrılamam." Böyle bir karşılık alacağımı biliyordum fakat elimi ısrarla ona doğru uzatmaya devam ettim.
"Şeyhinizde olan parçayı gerçekten çok istiyorum. Bu yüzden kaçmam için herhangi bir sebep yok. Sadece çalışırken birinin ayakaltında bulunmasını istemiyorum." dedim. Yüzümdeki ciddiyeti bana baktığı birkaç saniye daha koruduktan sonra tereddütlü bir şekilde anahtarı uzattı.
"Sizi ara ara kontrole gelirim ama." diye güvencesini aldıktan sonra Thomas ile onu geride bırakarak içeri girdik. Asansöre binerek evin olduğu on birinci katın yazdığı butona bastık.
"İnsanlar bu kadar yükseklikte nasıl yaşayabiliyorlar? Bir yerden sonra basınç bile rahatsız eder." dedi Thomas gelmek istediğimiz kata ulaştığımızda.
Anahtarla hemen kapıyı açtıktan sonra, "Herkesin senin gibi yükseklik korkusu yok." dedim gülerek.
Burası iki oda bir salon fakat odaları oldukça geniş bir daireydi. Yine de koskoca para babasının karısının dairesinin bu kadar küçük olması dikkatimi çekmişti. Üstelik ev, beyazın hakim olduğu mobilyalarla oldukça sade döşenmişti. Beyaz deri koltuklar, beyaz bir sehpa üzerine konulmuş örtü ve onun şeklini alan toz yığınları, karşısında kendi yaşadığım yılda bile neredeyse her evde bulunan büyük ekran televizyon ve konsolu vardı. Bir de kütüphane...
Thomas hala yükseklik korkusu olmadığını bana ispatlamak için bir şeyler söylerken onu dinlemediğimden dolayı rahatlıkla sözünü kesebildim.
"Bizim Kamel epey cimriymiş."
Yükseklik korkusu mevzusunun kapanması onun işine gelmiş olacaktı ki ilk defa sözünü kestiğim için çirkeflik yapmamıştı.
"Ya da eşlerine pek değer vermiyor." diye karşılık verdi.
"Yine de bu kadar sade olması senin de dikkatini çekmiyor mu? Sadece öylesine döşenmiş gibi. Daha önce burada birinin yaşadığına inanmak güç."
Sanırım bu ilk dedektiflik görevim sayılırdı ve kendimi oldukça kaptırmış, gördüğüm her şeyden şüphe duyar hale gelmiştim. Her şeye rağmen yine de bu Sherlock Holmes'çuluk bana eğlenceli gelmişti.
"Bunun tuzak olabileceğini mi düşünüyorsun?" diye sorduğunda Thomas, düşüncelerimden sıyrılarak ona döndüm.
"Hayır, şeyh kendinden emin konuşuyordu. Kurulan tuzağın bize olduğunu düşünmüyorum." diye karşılık verdim. Nasıl bu kadar emin olabiliyordum bilmiyordum fakat içimden bir his daha farklı dolapların döndüğünü söylüyordu.
"O zaman ilk olarak çöpleri karıştırmaktan başlıyoruz." Thomas'ın sözlerinin üzerine ona iğrenerek baktım.
"Çöp falan karıştırmam ben. Ne yapacağız çöpleri?"
"Dedektiflik işinden hiç anlamıyorsun çekirge." diye bilmişlik tasladı bana. "Bütün önemli detaylar genelde çöplerden çıkar."
"Çok fazla Sherlock izlemişsin. Sen karıştır istiyorsan. Ben o pis şeylere ellemeyeceğim." dedim ellerimi kaldırarak. "Dolaplardan başlayacağım."
Bu konudaki ciddiyetimi gördükten sonra, "Tamam ben yaparım." dedi trip atar bir şekilde ve ardından mutfakta duran bulaşık eldivenlerini eline geçirerek çöpü açtı. O bu işlerle uğraşırken ben de yatak odasına gittim ve dolaplarını karıştırmaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...