Bedenimi ısıtan güneş ışınlarını hissedebiliyordum. Her neredeysem, güneşin beni ısıtan fakat yakmasına da izin vermeyecek açıda olduğunu biliyordum. Burnuma tam olarak nereden hatırladığımı bilemediğim tanıdık bir koku geliyordu. Hani olur ya, parfüm yapmak istediğimiz ve ömür boyu saklayacağımız kokular... Her şeyin ters gittiği anlarda bir kere koklarsınız ve o an öyle bir huzur kaplar ki içinizi, her şeye dair yeniden bir umut kazanırsınız. Şu an kendimi öyle hissediyordum. Burnumla bir kez daha derinlerime kadar o kokuyu çekerek gözlerimi açmaya çalıştım.
Güneş ışınları ilk önce gözlerimi kamaştırsa da görüş alanımın netleşmesiyle kendimi dört duvar arası küçük bir odada buldum. Burası bir bebek odasıydı. Pembe duvarlar, küçücük bir beşik ve üzerinde bembeyaz örtüsü, etrafa dizilmiş oyuncaklar... Daha kullanılmamış fakat kullanılmayı hevesle beklenen bir bebek odasıydı. Gözyaşlarımı tutamayarak yavaşça duvarlara dokundum. O kadar uzun süre geçmişti ki aradan, daha hiçbir anıyı hapsetmemiş duvarlarımda.
Kapının açılmasıyla irkilerek o yöne döndüm.
"Emma?!"
"An.. Ay! Sude."
Annem bir önceki gördüğümden daha yaşlı, her zaman bildiğimden daha gençti. Bana bakan şaşkın bakışlarından gözümü aşağı doğru indirdiğimde karnındaki şişliği görebiliyordum. Keşke hep orada kalabilseydim, hep sana ait olabilseydim sadece.
"Burada ne işin var? Murat mı yolladı?"
Gözlerindeki umut dolu bakışları görebiliyordum. Sanırım ayrılmışlardı. Daha tam bir aile olabileceğimiz sırada tamamen dağılmıştık.
"Yoksa o da gelmeyi kabul etti mi? Nerede?"
"O gelmedi Sude." dediğim anda gözleri hüzünle yerde bir noktaya odaklandı ve elini karnının üzerine koydu. Sanki bebeğinden güç almaya çalışıyormuş gibi. Daha sonra gözlerinden damlalar yaşlar şeklinde akmaya başladığında gidip ona sıkıca sarıldım.
"Ne dediysem gelmedi, tehdit bile ettim ama dinlemedi. O da haklı biliyorum. Bizi korumak istedi ve kendini feda etti. Ama yine de affedemiyorum. Ne yapsam ona olan öfkem dinmiyor."
Onun öfkesini, acısını dindirebilmek adına bir şeyler söylemek istedim. Hatta her şeyi itiraf edip 'anne' diyerek ona sarılmayı bile düşündüm. Fakat o an gözlerim yerde damla damla duran kırmızı lekelere ilişti.
Annemden kollarımı çekerek gözlerimi bir anlık o lekelerden ayırdım ve anneme baktım. Her ne kadar canı yanıyor olsa da şu an Thomas'ın bana ihtiyacı olduğundan daha çok ihtiyacı olduğunu düşünmüyordum. İleride öğrendiğinde beni affedeceğini ve anlayacağını da biliyordum.
"Sude, git sen bir elini yüzünü yıka. Benim biraz işim var. Sana daha sonra uğrarım olur mu?" dedim.
"Özür dilerim, seni sıkıntılarımla boğdum. Hamilelik de olunca fazla duygusal tepkiler verebiliyorum." dedi mahcup bir tavırla. Bunun üzerinde dostça ellerini sıktım.
"Sakın öyle düşünme, emin ol acil bir işim olmasa seni sabaha kadar dinleyebilirim." Bana doğru gülümsemesinin ardından elimi omzuna koydum. "Murat şu an yanında olamayabilir fakat emin ol ikinizi de her şeyden daha fazla seviyor. Hem ne demişler; 'Kavuşamazsan aşk olur kavuşursan vuslat.' Sizin hikayeniz vuslat olamayacak belki, ama kesinlikle bir aşk bundan emin olabilirsin. Hem de Shakespeare'in Romeo ve Juliet'i gibi, Kurban Said'in Ali ve Nino'su gibi bir aşk."
"Bunu biliyorum Emma, fakat kendimden çok bebeğimizi düşünüyorum. Babasız büyüyecek. Onu yalanlarla avuturken kendi vicdanım nasıl rahat eder?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...