Kısa bir yürüyüşten sonra Eternus'un şato diye bahsettiği yapının önüne gelmiştik. Etrafı bin bir çeşit çiçeğin bulunduğu ve kendinizi içinde Alice'in harikalar diyarında gibi hissedeceğiniz bir bahçenin tam ortasında yer alıyordu. Bu doğaüstü güzellikte duran bahçeyi hiçe sayar bir biçimde oldukça ürkütücü bir yapısı vardı. Tıpkı bebeksi yüzünüzde çıkan ve sabah uyanıp aynaya baktığınızda fark ettiğiniz kocaman bir sivilce gibi.
Yapının şatodan çok kuleye benzer bir yanı vardı. İnsanın o kuleden dışarı baktığında hissedeceği tek şey esaret duygusu olmalıydı. Sanki dünyanın tüm güzellikleri bir adım yakınında fakat aynı zamanda bileğinden zincirlenmişsin gibi o adımı atamama hissi...
Eternus gerçekten kendini cezalandırıyordu. Fakat ne için? Zihnim yavaş yavaş yerine oturmaya başladığında, ona sormam gereken bir sürü şeyin olduğunu fark ettim.
"Eternus." dedim çekinerek. O ise düşünceli duran tavrından bir anda irkilerek çıktı ve bana doğru baktı.
"Sana sormak istediğim bir şey var." dediğimde koyu kahve gözlerini gözlerime kenetleyerek bana bakmaya başladı. Kemikli yüzünde istese de silemeyeceği ciddi ifadesi, her zamanki yerini almıştı.
"Öncelikle beni çizdiğin şu tablo, kehanet olayı, benim kurtarıcı olmam... Bunlar ne anlama geliyor? Hem seni neden affetmem gerekiyor Eternus? Geleceği öğrenmek ne kadar korkutucu gelse de bazı şeyleri bilmek istiyorum. Çünkü bilmemek artık beni daha fazla korkutuyor."
Sözlerim üzerine birkaç saniye daha bana baktı. Daha sonra, "Önce içeri girelim. Sana göstermek istediğim bir şey var. Orada konuşuruz bunları." dedi.
O an hemen cevapları duymak istiyor olsam da Eternus'un peşi sıra gitmek dışında bir şey yapamadım.
Kuleye girdiğimizde boylu boyunca uzanan gri dar duvarlar adeta üzerime geliyor ve beni boğacakmış gibi hissediyordum. Eternus'un hemen arkasından sayamadığım kadar çok merdiven çıktıktan sonra dizlerimin bağının yorgunluktan çözüldüğünü hissetmeye başlamıştım ki merdivenlerin bitimi olduğunu umduğum bir kapının önüne geldik. Eternus kapıyı açıp içeri girdiğinde ben şaşkınlıktan yerimde kalakalmıştım.
Kulenin çatısı olması gereken yer tamamen açıktı ve sanki dünyada değil de uzayın tam ortasında hissedeceğiniz tarzda bir görüntüye yer veriyordu. Kozmik ışınların birbiriyle uyumunu resmeden bir tablo gibiydi. Dünyayı oluşturan o toz bulutuna biraz uzansanız dokunabilecekmişsiniz gibi. Kendinizi evrenin bir parçası gibi hissediyordunuz.

"Bu gerçekten muhteşem bir görüntü. Ama nasıl olabilir?" Büyülenmiş gibi manzaraya bakarken ağzımdan bu kelimeler döküldü.
"Sürekli atomlarına ayrılarak zamanda yolculuk yapabilen kız mı söylüyor bana bunları?" dedi biraz alaylı gülüşüyle Eternus. "Dünyayı kurtaran buluşumun bir parçası. Kendi gökyüzümü oluşturdum."
Bana doğru döndüğünde gözlerinde büyük bir parıltı vardı. Bakışlarında birçok anlam bulabilirdim fakat en belirgin olanı sevgi ve hayranlıktı sanırım. Bana büyülüymüşüm gibi bakıyordu ve içimde tarifini veremediğim hislerin oluşmasına sebep oluyordu.
Bir insan aynı anda iki kişiye karşı bir şeyler hissedebilir miydi? Tanrım! Bu çok aşağılık bir şeydi! Fakat şöyle bir durum vardı ki ikisine karşı ne hissettiğim hakkında en ufak fikrim bile yoktu. Birbirlerinden çok uzak hislerdi. Thomas ile çok eğleniyordum. Onun bana patates kafa demesini bile seviyordum. Benimle uğraşmaları ve sevgisini uyuzluğunun arkasına gizlemesini...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...