"En basit haliyle anlatacak olursam; yerçekimi nasıl muazzam bir çekim kuvvetine sahipse, bizi biz yapan en küçük parçalarımız da birbirine sıkıca sarılarak burada durmamızı, varolmamızı sağlıyor. Gördüğümüz, dokunduğumuz, kısacası hissettiğimiz her nesne boşluklarla dolu ve sandığımız bütünlükte değil. Bu durum bile bazen insanın kendini ve ne kadar yaşadığını, hatta inandıklarının ne kadar gerçek olduğunu sorgulamaya itiyor. Her neyse soruna gelecek olursam, bu boşlukları birbirine çeken kuvveti eğer bir şekilde kırabilirsek, yere dökülen pirinç taneleri gibi etrafa yayılabiliriz. Hatta zamanı ve mekanı aşıp hayal bile edemeyeceğimiz dünyalara ulaşabiliriz."
Profesör Thomas Russell, burun kemiğinin aşağısına inen çerçevesiz gözlüğünü işaret parmağıyla yerine yerleştirirken, konferansta heyecanla soru soran afro-amerikan bir öğrenciyi cevaplıyordu. Doğum günümde bile zorla getirildiğim konferansta vakit geçirecek başka şeyler arıyor, kendime itiraf edemediğim için de konunun ilgimi aşırı çekmiş olmasına rağmen uyuklama numarası yapıyordum. O an benimle ilgili derdinin ne olduğunu anlayamasam da, yan gözle sürekli beni gözlediğini hissediyor ve kendimce düşen burnumu yerden eğilip almıyordum.
"Bu kadar bilgiyi biliyorsak bunu neden gerçekleştirmiyoruz? Sahte yerçekimi bile yapılıyor fakat bu gücü tersine çevirecek bir şey geliştirilmiyor mu?"
Her zaman bu kadar meraklı ve ilgili insanlara hayranlık duyuyordum fakat üşengeçliğim beni o insanlardan alıp çok uzaklara götürüyordu.
Profesör tam çocuğu yanıtlayacaktı ki bölümün zevzeklerinden biri, lakayt bir tavırla söze atladı.
"Hocam zamanda dolaşıyorsunuz da bize mi söylemiyorsunuz?"
Profesörün genelde böyle lakayt tavırları ters bir tepkiyle karşılayacağı bilindiğinden, tüm insanlık bir anlığına nefesini tutmuş profesörden gelecek karşı atağı bekliyordu.
"Bunu yapıyor olabilseydim sence şu yaşımda hala burada durup sana laf anlatmaya çalışıyor olur muydum?"
Profesör, oldukça olağan bir tepki vermişti ama bu doğal tavrı komik olmuştu. Onun için asla bu tarz övgülere girmezdim fakat tüm salonla beraber bu beklenmedik tepkiye ben de bir süre gülmüştüm.
Şimdi anılara dönüp baktığımda, profesörün benim için ne kadar çabaladığını, ne kadar hazırlamaya çalıştığını fark ediyordum. Keşke o gün anlattıklarına biraz daha kulak kabartsaydım diye düşündüm. O zamanlar bilginin boş yer kaplamayacağını ve ne kadar istemeden de olsa bilgiye maruz kalındığında onu altın gibi toplayıp sandıkta saklamanın ne kadar önemli olduğunu anlayamıyordum. Halbuki kötü günde gelir, o sandıktakilere tek tek ihtiyacın olurdu.
Ben daha çok egoma yenik düşen zor birisiydim. Biri beni bir ilacı içmeye zorluyorsa, zehir olduğunu bilsem diğer kaptakini içerdim. Thomas da bunu bilmesine rağmen yine de şansını denemişti. Bazen sabrına hayran kalıyordum.
Yanımda şimdi bebek gibi uyumasını izlerken, onunla geçirdiğim tüm anlardan ne kadar keyif aldığımı ve bu anları yok etmekten ne kadar korktuğumu fark ettim. Halbuki onu böyle uyurken bile sonsuza dek izleyebilirdim. Yastığın yanağına yaptığı baskıdan, kalın dudakları öne doğru çıkmış ve o harfi her an ağzından çıkacakmış gibi yuvarlak bir hal almıştı. O kadar güzeldi ki... Bu yüzden her ne olursa olsun birbirimizden ayrı bir son yazılmayacaktı. Bunun için gerekirse savaşacaktım, onunla veya kendimle.
"Sonsuza dek beni izlemekten vazgeçmeyeceksin değil mi? Tanıştığımızdan beri hobi haline getirdin bunu, farkındasındır."
Sinsi sinsi gülerek gözlerini açtığında, yapmacık bir sinirle başının altından yastığı çekip yüzüne kapattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...