Dudaklarımızı birbirimizden çektiğimizde ilk söylediğim şey "Bunu yapmamalıydık." olmuştu. O an gerçekten bunu söylemek istememiştim. Aklımdan geçen kelimeler bana itaat etmeyerek dudaklarımdan dökülmüşlerdi. Söylediğim şeyin Thomas'ın canını yaktığı belliydi. O an o da bunu söylememi beklememişti. Onu hayal kırıklığına uğratmış olmayı istemezdim.
"Haklısın." dedi üzgün bir şekilde gözlerini yere eğerek.
"Öyle demek istemedim." diye atıldım hemen. Sözlerimi telafi etmem gerekiyordu.
"Endişelenme, az önce olanların arkadaşlığımızı zedelemesine izin vermem." Kelimelerindeki her bir duygu o kadar tedirginlik içeriyordu ki şu an tek endişelendiği şeyin beni kaybetmek olduğunu anlamıştım.
"Thomas, öpüşmemizin bir hata olduğunu düşünmüyorum." dediğimde şaşırmış bir şekilde bana bakmaya başlamıştı. Sanırım o kadar dengesizce konuşmuştum ki onun da tüm devrelerini yakmayı başarabilmiştim.
"Benim sadece düşünmeye, biraz zamana ihtiyacım var." dedim. "Ayrıca birisiyle konuşmaya." Son sözümün üzerine şaşkın hali yerini tekrar tedirginliğe bırakmıştı.
"Yanlış anlamazsan kim olduğunu sorabilir miyim?" diye sordu. O an neden bu kadar tedirgin olduğunu anlamıştım. Konuşmam gereken kişinin Eternus olmasından korkuyordu.
"Murat'la, yani babamla." dedim. Bunu duymak onu rahatlatırken, "Uykusundan uyandırılınca çok huysuz olur." dedi. "Aynı senin gibi."
Bana laf çarpıtması ilk defa gözüme pek batmamış hatta biraz sevimli gelmişti. Sanırım bu durum hala öpüşmemizin etkisinde kaldığımdan olmalıydı. Çünkü gerçekten ondan beklemeyeceğim şekilde iyi öpüşüyordu.
Thomas'ı geride bırakarak New York sokaklarında hızlıca ilerlemeye başladım. Saat geç olmasına rağmen insanlar havanın güzel olmasından dolayı sokaklarda dolaşıyorlardı. Öyle ılık ve tatlı bir esinti vardı ki Murat'ın evinin biraz daha uzakta olmasını dilerdim.
Zili çaldığımda bir süre tepki gelmese de ikinci defa zile basacağım sırada içeriden gelen tıkırtıları duymamla elimi zilden geri çektim. Kapı yavaşça açılırken kapı aralığından tek gözü kapalı, diğeri ise yarı açık bir halde Murat kafasını uzattı.
"Selam." dedim gülümsemeye çalışarak.
Beni görür görmez de telaşa kapılarak tüm gözlerini açtı ve ardından da kafasını çekerek kapıyı tamamen açtı. Görüş alanıma girdiğinde gülmemek için kendimi zor tutmuştum. Üstünü içine soktuğu çizgili takım pijaması ve dağılmış saçlarıyla oldukça komik gözüküyordu.
"Önemli bir şey mi oldu Emma?" diye sordu merakla. Bense ilk başta ne diyeceğimi bilemesem de bunun onu daha da telaşlandıracağını fark etmemle "Aslında pek önemli bir şey yok." dedim. "Seni gece gece rahatsız etmek istemezdim fakat birisiyle konuşmaya ihtiyacım var."
Yüzündeki endişe yavaş yavaş silinirken beni içeri davet etti. Salona girdiğimde ilk önce ışığı yakarak koltuklardan birine oturdum. Sınav haftalarının yaklaşmasından dolayı etrafta bir sürü notlar ve kitaplar saçılmıştı. Murat'ın çok çalıştığı belliydi. Thomas ise onun aksine profesör olacağını öğrendikten sonra kitap açmaya bile zahmet etmiyordu.
"Kusura bakma ev dağınık biraz." dedi kağıtları toplamaya çalışırken.
"Sorun değil."
"Aç mısın? Bir şeyler içmek ister misin?" Annemle babamın arasındaki büyük aşkın sebebini daha iyi anlayabiliyordum. İkisi de birbirlerine benziyorlardı. Bir misafir geldi mi eve Kraliçe Elizabeth gelmiş gibi telaşlanıyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÇİZGİLERİ
Science FictionOldukça sıradan bir hayatınız varken dünyanın en önemli görevi size verilseydi ne yapardınız? Hem de bu görevi hayatınızın büyük kısmını zindana çevirmiş bir adamın gençliğiyle üstlendiğinizi öğrenseniz? Zamanda yolculuk yaparken aynı anda yaşadıkla...