Yıllarca kendimi kandırmıştım. İlk yıl terasın merdivenlerinde oturup soğuğa inat dönmesini beklerdim saatlerce. İlk günleri ise hatırlamak bile istemiyordum. Gittiğini anlamak için bile neredeyse bir haftaya ihtiyacım olmuştu. Ardından sadece kaçmıştık. Canımızı kurtarmak için kaçmıştık.
Ariçem Walter'ın eline geçtikten sonra Kurul düşmüştü. Aristo'dan ses soluk çıkmıyordu ki zaten Aristo iyi-kötü dengesine burnunu sokmazdı. Dünya'ya kaçmamız tahmin edilebilir bir şeydi ve Riddle böyle bir tehlikeye girmeyi göze almamıştı. Ariçem'in en az bilinen bölgesi Kryo'da zamanında Jackson ile Adras'ın yaşadığı eve yerleşmiştik. Ariçem'in merkezinden buraya gelebilmek için 7 kapı ve 7 kara büyü geçmek zorunda kalmıştık. Adras yanımızda olduğu için bu daha kolay olmuştu çünkü her kapının açılışını her büyünün ters tepme şeklini biliyordu. Normalde ilk büyüde Tartarus'u boylardık.
Kyro , Ariçem'in en kuzeyiydi. En soğuk en ulaşılmaz noktası. Kış ayında evden çıkamazdık. Bahar ve yaz ise hafif serin geçiyordu. Yağış olarak sadece kar görülüyordu. Üç yıldır hiç yağmur yağmamıştı. Andela çeşitli bitkiler yetiştirerek iklim şartlarını biraz olsun hafifletmiş olsa da yine de genel olarak soğuk bir yerdi Kyro.
İkinci yılı ondan nefret ederek geçirdim. Kendimi odaya kapatıp tamı tamına 13 kilo vererek onu cezalandırdığımı düşündüm. Eskiden en korktuğu şey bana zarar gelmesiydi. Her yolu denedim. Belki geri gelir diye kendime verebileceğim her türlü zararı verdim. Defalarca hasta oldum sayamadığım kadar çok yaralandım. Gözlerinin önünde yavaşça yok olmam her seferinde Noah ve Logan'ı mahvetti. Her zaman sinirli ve öfkeliydim. Kendime sığmıyordum. Kinim nefretim vücudumdan taşıyordu. Durduramadım , duramadım. Saldırdım kırdım döktüm. Hep en sonunda gözyaşlarıyla boğulan ben oldum. Kırgın donuk gözlerle bakan da Logan. Noah çoğu zaman benden uzaklaşıp siniri başka şeylerden çıkarırdı. Geçtiğimiz yıl Andela ile ufak bir ayrılık bile yaşamışlardı. Riddle aralarını zar zor düzeltmişti.
Üçüncü yıl onu hatırlamaya çalışmakla geçmişti. Tamamen içime kapanmıştım. Yaşadıklarımız artık sanki başkasının hayatıymış da ben dışarıdan bir film gibi izlemişim tadı veriyordu. Korkuyordum. Galiba onu unutmaktan korkuyordum ki anılarına bu kadar sıkı sıkıya tutunuyordum. İlk sesini unutmaya başladım. Sonrasında yavaş yavaş yüzünü. Hala gözleri hafızamdan çıkmıyordu. Ama sanki çok uzun zaman önce çekilen fotoğraflardan birini hatırlamaya çalışır gibi çabalıyordum onu hatırlamaya çalışırken. Zorlanıyordum ve zorlanıyor olmak beni daha da kendime çekilmeye itiyordu. Logan sakinleşmemden daha çok korkuyordu. Yanımdan bir an olsun ayrılmamıştı bu yıl. O yokken de zaten Adras vardı. Aramızda bir etkileşim olduğu aşikardı ama tam olarak ona hiçbir zaman yaklaşamamıştım. Noah bile belki onu unuturum umuduyla Adras'a sesini çıkarmıyordu. Ben ise Noah'a yaklaşmak konuşmak içimi açmak istesem de damga nedeniyle ona farklı şeyler hissetmekten korkuyordum. Arada Andela vardı ve onun asla üzülmesini istemezdim. Noah'a deli gibi aşıktı. Bunu ona ne ben ne de Noah yapamazdı. Noah bunu fark etse de eski zamanlarımızı özlediği benim durumum karşısındaki çaresizliğinden belli oluyordu. Çoğunlukla kaçarak beni görmezden gelmişti.
Dayanamayacağını söylemişti. İlk gece o beni bırakıp gittiğinde ifadesiz bir şekilde duvara bakarken Noah yanımda oturuyordu. Savaşın ortasından yeni fırlamıştık. Her yerimiz yara bere içindeydi. Onun son sözleri ve arkasına dönüp gitmesini izlememin üstünden yaklaşık bir saat bile geçmemişti. Noah elini avcuma almış atlatabileceğimi fısıldıyordu. Gerekirse her dakika , her saniye yanımda olacağını fısıldıyordu. İçimdeki boşluğu ona o gece anlatmaya çabalamıştım ama dudaklarımdan cümleler değil gözlerimden yaşlar akmıştı sadece.
Üçüncü yılın sonlarındaydık artık. Acı hala aynı yakıcılığıyla bedenimde yer alıyordu. Ama yara kaplamıştı üstünü. Kalın sert bir yara tabakası...
Noah onun beni görmek istemediğini söylediğindeyse o yara tekrar açıldı. Hem de en sert şekilde. Noah ayağa kalkıp bana sarıldığında ellerimi hareket bile ettiremedim. Adras ve Logan sessizce odadan çıktı. Nefesimi tutup gözyaşlarımı geri itmeye çabaladım. İstemiyordum. Ağlamak istemiyordum artık. "Noah..." diye fısıldadım. Bana sarılmayı bıraktı ama benden uzaklaşmadı. Elimi tutup "Yanındayım Alison." dedi. "Noah canını yakmak istiyorum. Onun bana yaptıklarını ben de ona yaşatmak istiyorum. Ağlamak istemiyorum artık." diye kekeledim. Gözyaşlarım istemsiz bir şekilde akıyordu. Suratından ne kadar üzüldüğünü ve çaresiz olduğunu görebiliyordum. "Alison... Elimden hiçbir şey gelmiyor. Hala ona damgalısın. Bunları hissetmen çok normal." dedi. Noah bunları bana çaresizliğini ifade etmek için söylemişti ama benim aklıma başka bir şey gelmişti. Belki bunun için beni asla affetmeyecekti ama artık öfkem beni öldürüyordu.
"Noah özür dilerim..." diye fısıldadım. Noah anlamadığı her halinden belli olan bir yüz ifadesiyle "Neden özür diliyorsun ki Alison ?" dediğinde cevap vermedim. Sadece ona yaklaşarak dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Yıllar sonra ona acı verdiğimi bilerek , yıllar sonra benim değil de Jason'ın acı çektiğini bilerek Noah'u öptüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARİÇEM 2
Fantasy3 yıl. Jason gideli tam 3 yıl oldu. Ares ve Eldoris'in öldürülmesinin üzerinden 3yıl geçti. Artık Jason'ın ismini kullanmıyorum. Kimse kullanmıyor. Sesini , kokusunu hatırlayamıyorum. Sadece bazen laciverte dönen gözlerini hatırlıyorum. Ve benden...