Hayatı kaybetmekten daha kötü bir şey vardır: Hayatın anlamını kaybetmek.
Erich Fromm
Gözyaşları ve zamanın acıyı dindirdiği yaşanılanları unutturduğu söylenir. Peri masalları için belki evet. Ama bazı acılar ruhunuzun bir parçası haline gelir ve siz nereye giderseniz gidin sizi takip ederler. Sizdendir artık çünkü. Size aittir. Eğer nefes almak istiyorsanız bunu kabullenmek zorundasınız demektir. Varlığını ve size verdiği hissi kabul etmek zorundasınız. Yoksa gün geçtikçe erir yok olursunuz. Şu durumda yok olmak benim için sanırım bir mucize olurdu. Ağlamanın zayıflık olduğunu söyler bazı insanlar. Zayıf insanların ağlayıp üzüldüğünü , güçlü insanların ise olaylar karşısında dik durup yoluna devam etmesi gerektiğini. Sanırım ben ikisi de değilim. Ağlamak isteyip ağlayamamak... Boğuluyormuş gibi hissediyorum. Sanki her hücrem ölmek için yalvarıyor. Bir şey olsun ve ben bir daha nefes almayayım. Tek bir nefes dahi almayayım. Hayatta yaşanılan çoğu şeyin acımasızca olduğu da söylenir. Belki çoğunuz bunu deneyimlemişsinizdir belki de ben bu kadar ağır bir deneyimi ilk kez yaşıyorum. Sevdiğim birçok insanı kaybettim. Kaybetmeye de devam ediyorum. Ama herkesin bir dayanma potansiyeli vardır ya galiba benimki tükendi. Ruhumda o parça eksildi ve bir daha gerçekten "gerçek ben" olamamak üzere benliğimi kaybettim. En çok kaybetmekten korkuyorum demiştim ve korktuklarımızın başımıza geldiğini de duymuştum. Artık bizzat yaşayarak biliyorum. Her aldığım nefeste biraz daha ölen birisiyim artık. Ölümü arzulayan birisiyim. Elaina kazandı. Ölüm gerçekten benim için geldi. Sadece benim için de değil...
11 saat önce
"Git ben seni bulurum ! Noah ve Logan'ın peşinden git !" Percy beni ittiğinde neredeyse yüz üstü yere kapaklanıyordum. Kendimi zor toparlayıp peşlerinden koşmaya başladım. Göz ucuyla etrafıma baktığımda Anysia'nın tam arkamda beni takip ettiğini fark ettim. Kurula ulaşırsak en azından açık alanda kalmazdık. Yandaşlardan çoğunu yok etmemize rağmen yinede şu durumda bile bize denk sayılırlardı. Kaç cesedin üstüne bastım sanırım saymaya kalksam midem kaldırmazdı. Meydan , yeryüzündeki bir mezarlıktan farksızdı. Açık bir mezarlık... Koşmaya devam ederken Jason'ı görmek için çabalasam da hiçbir yerde onu bulamamıştım. Basamaklara geldiğimde son bir kez arkamı döndüm. Percy resmen tamamen sudan oluşmuş bir deniz atının üstünde bize doğru gelen Arisleri püskürtüyordu. Kurula giden yolu dev dalgalardan bir bariyer oluşturarak kapatmıştı. Riddle da dalgaların diğer tarafında kalmış yarattığı devasa hortumlar ve rüzgarlarla olabildiğince savaşçıları zapt ediyordu. Basamakların tepesinden gördüğüm manzara tam bir kaostu. Karanlık ve aydınlık tarafın savaşı... Jason'ı bulmak zorundaydım ve hala görünür de ne Jason ne de Alcander vardı. Böyle kaçarak gizlenmeyecektim. Percy ve Riddle daha fazla dayanamazdı ve Elaina'nın asıl istediği bendim. "Noah ! Noah hey !" bana döndüğünde ifadesindeki korkuyu gördüm. "Logan'a göz kulak ol. Jason'ı bulmalıyım." koşmaya başladığımda bana bağırdığını duyabiliyordum. Bakmadan "Git ! Gidin Noah !" diye bağırdım. Elaina ona doğru yürüdüğümü fark ettiğinde gülümseyerek karşılık verdi. Kendinden emin , küstah bir gülümseme... "Alison ! Hiç söz dinlemez misin sen !" Percy'nin bana seslendiğini duysam da aldırmadım. Dalgadan bariyer Elaina'nın tek bir hareketiyle ortadan ikiye yarıldı. Elindeki tüm kozlarını kullanacaktı. Tam sırasıydı. Şimdi tam sırasıydı. Ona aynı şekilde karşılık vermemin tam sırasıydı. Kıyafetlerimin , saçımın... Tüm vücudumun değiştiğini hissedebiliyordum. "Banshee... Bu şekilde mi bana karşı koyacaksın küçük kız ?" dediğinde bu sefer gülümseme sırası bendeydi. Aramızda yaklaşık on metre kala durdum. Sanki bir savaşın ortasında değilmişiz ve eğitimde sıradan bir günmüş gibi tüm elementleri emrime çağırdım. Soğukkanlılığıma dışarıdan baksam ben bile hayran kalırdım. Ardından zihnime tutundum. İlk gelen sembole... Çizimi bitirip elimi Elaina'ya doğrulttuğumda bir anda gözleri kocaman kocaman açıldı. Nefessiz kaldı ve ayakları yerden kesildi. Boğuluyordu. Benim istediğim gibi boğuluyordu. Ellerini boğazına götürüp sanki bir ip sıkıyormuş gibi boynuna tırnaklarını geçirmeye başladı. Öfkemi tüm vücudumda hissedebiliyordum ve en ufak bir acıma dahi hissetmiyordum. Tırnaklarını daha derine batırdıkça daha çok çırpınıyor daha çok çırpındıkça daha az nefes alıyordu. Çok az kalmıştı. Ölümüne çok az kalmıştı... Tam o sırada alnıma saplanan ani bir acıyla gözlerimi kapattım. Bir anda görüntü bulanıklaştı ve zihnim adeta durdu. Jason'ın zihnime girmeye çalıştığını anladığımda duraksayıp izin verdim. Ruhum sanki onun bedenini girmiş gibi olayları izletiyordu bana. Ormanlık bir alandaydım. Kurulun arka kısmındaki ağaçlıkta olduğumu düşündüm. Sonra Walter'ı gördüm. Bana yukarıdan bakıyordu. Yüzündeki gülümseme... Ardından olaylar bir anda gelişti. Ne olduğunu bile anlayamadan... Kılıcı sapladığında artık Jason'ın bedeninde değildim. Nefesimin kesildiğini hatırlıyorum. Sonra kılıcı geri çekişini... Artık kendi gözlerimle birkaç adım uzaktan izliyordum. Jason'ın kanının Walter'ın kılıcını kaplamasını... Walter'ın başını tutup kaldırması... Tüm tişörtünü kaplayan kanı... Kendi kanını. Sırt üstü düşmesini... Anaklusmos'un tüm ışığının yok olmasını... Elaina'yı bırakmamla bir koşmaya başladım. Nefesimin boğazımı yaktığını hissetsem de durmadım. Anlık görüntüler görüyordum. Ve bana kesik kesik gelen sesini duyuyordum. "Alison... Gelme." sesi gittikçe fısıltılara dönüşüyordu. Normal görüntüm yine bulanıklaştı ve Walter'ın bir kapı açtığını gördüm. Saçlarımdan tutup sürüklemeye başladı. "Gelme." duyduğum son şey bu oldu. Sonrası kocaman bir boşluk. Afallayıp tökezledim. Yüz üstü yere yapıştığımda her yerim sızlıyordu. Ulaşamayacığımı bilsem de denedim. Bir daha sesini duymayacağımı bilsem de zihnine girmek için zorladım kendimi. Dakikalarca tek bir kelime etmesini bekledim. Zihnimde beliren tek bir cümle istedim. Tekrar benimle konuşmasını... Ama ölüler konuşamazdı. Bu Ariçem için bile tuhaf karşılanırdı... Çaresizce ayağa kalkıp koşmaya devam ettim. Ormanlık arazinin girişine ulaştığımda "Ne yaptığını sanıyorsun sen !" Percy hızla kolumu çektiğinde onu iterek kendimden uzaklaştırdım. "Defol ! Takip etme beni !" şok olmuş bir ifadeyle bana baksa da verdiğim tepkiye kızmıştı. "Sana orada ihtiyacı olan bir sürü kişi var ! Bütün olanlardan habersiz Dünya'da yaşayan bir sürü masum insan var ! Ve tek bekledikleri senin aptal güçlerini kullanıp onların hayatını kurtarmak ! Sen ne yapıyorsun ! Sen ne yapıyorsun Alison !" o kadar bağırmıştı ki sesi tüm alanda yankılanmıştı. Geri geri birkaç adım atarak eski bir ağaca yaslandım. Gözyaşlarım istemsizce akıyordu. Vücudumun alev alev yandığına yemin edebilirdim. Boğazımdaki o rahatsız edici hissi atamıyordum. Titremeye başladığımda kriz geçirdiğimi sanmış olmalı ki beni sabit tutmaya çalıştı. "Ne oldu ? Hey ! Hey hey ! Alison yalvarırım bir şey söyle ! Ne oldu ?" sarıldığında tek yaptığım ağlamaktı. Sanki gözyaşlarım hiç kurumayacak bir nehir gibi akarken söyledim. Belki de hayatımda kurmayı isteyeceğim son cümleyi sesli söyledim "Jason öldü. Walter..."
***
Bacaklarımın titremesine aldırmadan yürümeye devam ettim. Sanki birisi dokunsa yere yığılıp kalacakmışım gibi hissediyordum. Ağaçlık alanı bulana kadar yürüdüm. Percy sesini bile çıkarmadan beni takip ediyordu. Ne düşündüğünü biliyordum. Ne kadar zayıf olduğumu... Herkesi yüz üstü bıraktığımı... Anaklusmos'a bakarken buldum kendim. Dizlerimin üstüne çöktüğümde geç kaldığımı fark etmiştim. Cesedini bile kurtaramamıştım ve şimdi elimde tek kalan şey bu aptal kılıçtı. "Alison ?" göz kapaklarımı bile kapatmak benim için bir işkenceydi. "Alison ?" bakışlarımı kaldırdığımda Dard tam karşımdaydı. Karnında derin bir kesik vardı ve durumu pek de iç açıcı gözükmüyordu. "Neredeydin sen ?" diye bağırdığında Percy'e cevap bile vermeden öylece bana bakmayı sürdürdü. "Devam etmeni isterdi Alison. Devam etmesi gereken de sensin. Pes etme ki Jason boşuna ölmemiş olsun." Percy sinirle üstüne yürümek üzereyken ayağa kalktım. "Bir dakika... Seninle özel konuşabilir miyim ?" diye fısıldadığımda Percy başıyla onayladı. Birkaç adım gerileyip Dard'ın dudaklarımı okuyamayacağı bir mesafeye geçtik. "Dard'ın teklifini kabul etmek zorundayım. Çemberi bir daha kuramayız." Percy'nin ifadesi bir anda değişti "Neyden bahsediyorsun sen ? Alison iyi değilsin." diyerek beni geçiştirmeye çalışsa da onu dinlemesi için zorladım. Dard'ın teklifini baştan sona anlattım. "...devam etmemin tek yolu bu. Zaman Koruyucusu'na karşılık ben. Atlantis'e gitmeyi kabul etmek zorundayım Percy." birkaç saniye sadece gözlerini bana odakladı. "Tamam ama bir şartla. Seninle gelmemi kabul etmek zorunda şu sarı kafalı şeytan." diyerek Dard'ı işaret etti. Dard'a dönüp teklifi sunduğunda Dard omuzlarını silkip "Alison'ın gelmesi yeterli. Ama eğer o isterse benim için sorun yok." dedi. Tam itiraz etmek için lafa girecektim ki "Ya benimle gidersin ya da eğitim evine dönersin Alison." diye mırıldandı.
***
"Çok fazla zamanımız yok. Logan ve diğerlerini gördükten sonra benimle arka terasta buluşun." diyerek basamaklardan indi. Kurulun içindeydik. Üst kata çıkan merdivenleri tırmanmaya başladığımızda "Bunu yapmak zorunda değilsin Ally." Percy gerçekten endişeli gözükse de şu durumda aklıma başka hiçbir çıkar yol gelmiyordu. "Başka çarem yok." diye fısıldadım. Kurul'un içinde her köşe cesetlerle doluydu. Bir anda üstümüze doğru yuvarlanan bir Aris'ten son anda kurtulmuştuk. Bakışlarımı biraz önce paldır küldür üzerimize gelen cesetten merdivenin başına çevirdiğimde Logan el sallayarak "Selam çocuklar." diye gülümsedi.
***
Percy olan biten her şeyi benim konuşmaları duymayacağım bir odada diğerlerine anlattığı sırada Kurul'un çatı katındaki toplantı odası tarzı bir yerde tek başımaydı. Sanki kapalı kapıların ardında konuşulması gerçeği değiştirebilirmiş gibi davransalar da her şey ortadaydı. Odaya girdiklerinde ifadelerinden duyguları belli oluyordu. Logan'ın buz kesmiş suratı ve Anysia'nın her an ağlayabilirmiş gibi duran ifadesi. Noah yanıma gelip bana sarıldığında kendimi sıkıyordum. Tırnaklarımı avuç içime bastırarak gözlerimi zorladım. Gözyaşlarımı geri itip "Birbirinize dikkat edin. Riddle'ı bulun. O ne yapılması gerektiğini bilir." diye fısıldadım. "Üzgünüm Alison." dediğinde boğazımın yanmaya başladığını hissediyordum. "Sorun değil Noah." diyebildim. Sanırım sesim kısılmadan ya da titremeden kurduğum son cümle de bu oldu. Anaklusmos'u tutan elim titrese de yavaşça kılıcı Logan'a uzattım. "Sen Ruh'un son çocuğusun. O... Bunu senin almanı isterdi." diye fısıldadım. Sesimin titremesi beni zorlasa da Logan kılıcı eline aldı. Logan'a ve Anysia'ya sarıldıktan sonra Percy ile beraber odadan çıktım. Dönüp arkama bakmadım ya da tek bir kelime daha etmedim. Vazgeçmek istemedim. Bir kez olsun verdiğim kararın başkalarının canını yakmasını istemedim. Arka tarafta kalan terasa yürürken tek bir kelime bile konuşmadık. Sadece içeri girmeden önce Percy yavaşça bileğimi tuttu. Tıpkı Jason'ın yaptığı gibi... "Korkmana gerek yok Alison. Ben yanındayım."
Kaybetmekten korkma; bir şeyi kazanman için bazı şeyleri kaybetmelisin. Ve unutma; kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilirsin.
Ernesto Che Guevara|2.Kitap Sonu|
Tekrar merhaba 😊 Umarım buraya kadar severek okumuşsunuzdur. Umarım biraz olsun kafanızı dağıtıp sizi farklı bir dünyaya götürebilmişimdir. Kitabım son birkaç aydır inanılmaz bir yükselişte ve ben bunun için her birinize çok çok teşekkür ederim. Destekleriniz , birbirinden farklı fikirleriniz , yorumlarınız , güzel dilekleriniz için herbirinize sonsuz teşekkür ederim. Ariçem en büyük iyikilerimden ve siz de bunun bir parçasısınız. İyiki varsınız , haftaya 3. kitapta görüşmek üzere , tüm maviler sizin olsun 💙
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARİÇEM 2
Fantasy3 yıl. Jason gideli tam 3 yıl oldu. Ares ve Eldoris'in öldürülmesinin üzerinden 3yıl geçti. Artık Jason'ın ismini kullanmıyorum. Kimse kullanmıyor. Sesini , kokusunu hatırlayamıyorum. Sadece bazen laciverte dönen gözlerini hatırlıyorum. Ve benden...