Bölüm 56| Araf

6.1K 743 147
                                    

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

Bölüm aralarının uzun olduğunu biliyorum. İkinci kitaba başladığımda en azından haftada bir - iki bölüm yayımlayabileceğim şekilde planlayacağım kendimi.

Sert bir zemin...

Yüzüstü yatıyorum...

Ağzımda tuzlu bir toprak tadı...

Burnumda tuhaf bir koku...

Başımda şiddetli bir ağrı...

Ve boynumda, kaburgalarımda, bacaklarımda...

Gözkapaklarıma ağırlık bağlanmış sanki. Öylesine zor ki aralamak. Ne oldu en son? Max... Maggie...

Gözlerimi araladım. Bej rengi kum, kum rengi gökyüzü. Güneş yok. Gökteki şeylerin bulut olduğu da söylenemez. Pus sadece. Görüş alanımda başka bir şey yok. Neredeyim ben böyle?

Ellerimle yerden destek alıp önce oturdum, sonra ayağa kalktım. Güzel... Kırık bir kemiğim yoktu. Kendi etrafımda dönerek nerede olduğuma baktım. Kuruluktan çatlamış sert topraktan oluşan bir sonsuzluktaydım. Nerede olduğumu anlamıştım. Araftı burası.

Ne tarafa gideceğimi bilmiyordum. Mag'in nerede olduğunu bilmiyordum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Hava öylesine boğucuydu ki, zorlukla nefes alıyordum sanki.

Pekâlâ, önce sakin olmalıydım. Ben muhafızdım. Öyleyse kapı açıp geri dönebilirdim. Ama nasıl? Max'in... yani Enomil'in bana çizdirdiği rünleri düşündüm. Nasıllardı? Peki sözler? Enem Bilnâa... Devamı nasıldı? Yaptığı büyü yüzünden o anlarda sarhoş gibiydim. O yüzden net hatırlayamıyordum. O lanet kitabı bir şekilde yanıma almalıydım.

Volta atmaya başlarken rünleri düşündüm. Belki onları hatırlarsam, sözlere gerek duymadan kapıyı oluşturabilirdim. Sonuçta ben ölüm muhafızı ve aynı zamanda bir cadıydım.

İki rünü çok net bir şekilde hatırlıyordum. Üçüncüsü yarımdı. Diğerleri ise tamamen birbirine karışmıştı. Rünler çok tehlikeliydi. Eğer bir büyüde rün kullanıyorsan, ne kullandığına çok dikkat etmen gerekiyordu. Ve şu an yanlış kullanacağım bir rün, bir cehennem çukuruna kapı açmama neden olabilirdi.

O halde rünleri de unut... Bunu yardım almadan yapmalıydım.

Durup gözlerimi kapattım. Ellerimi öne uzatıp, bir kapı çizdim zihnimde.

"Ben ölüm muhafızıyım. Ben, kapıların muhafızıyım. Ve şimdi, tam burada, dünyaya açılan bir kapı oluşturmak istiyorum!"

Gözlerimi açıp karşıma baktım. Hâlâ aynı sonsuzluk... Kesinlikle bir kapı yok.

Tekrar denedim. Tekrar, tekrar ve tekrar... Hiçbiri işe yaramadı. Sinirle toprağı tekmeleyip, avazım çıktığınca bağırdım. Derin bir nefes alıp, gökyüzüne bakarak verdim. Öfkem yerini başka bir duyguya bırakıp gözlerimi doldururken, ben de kendimi yere bıraktım. Bir kapı bile açamıyorsam, nasıl muhafız oluyordum ki ben? Acaba o da mı yalandı? O da mı Max'in... Enomil'in bir oyunuydu? Lanet olsun! Nasıl kandırmıştı bizi?

Gözyaşlarım birbiri ardına dökülürken hiçbir şey düşünmedim. Sadece ağladım. Her damlada daha da şiddetlendi ağlamam. Avazım çıktığınca bağırarak ağladım. Bir zavallı gibi... Olduğum gibi... Bir zavallıydım ben...

Herkes neredeydi? Mag, Darren, Dominic, Ramona... Ben neredeydim? Ne yapacaktım?

Gözyaşlarımı koluma silip, ayağa kalktım. Burada öylece oturup bekleyemezdim. Ne bir su kaynağı, ne de yiyebileceğim bir şey vardı. Bir şekilde devam etmeliydim. Bir yol bulmalıydım. Ne tarafa gideceğimi seçmek için etrafıma bakındım. Her yer aynıydı. Dinledim, sessizdi. Kokladım, aynıydı. Rüzgâr bile esmiyordu. Hiçlik tarafından yutulmuş, zamanın akmadığı bir yer gibiydi burası. Tıpkı araftan beklenileceği gibi.

CADI | ASKIDA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin