Neler olduğunu hala anlayamıyordum. Buraya gelmem her şeyi degiştirebilir diye düşündüm. Ya beni bulurlarsa? Ya beni geri gönderirlerse?
Osmanlı Sarayı'nın altın koridorunda yürüyordum. Padişah beni görmek istemiş. Kesin benim kim olduğumu anladı dedim içimden.
İster istemez alt dudağımı tedirginlikle ısırdım. Arkamda siyahi iki kadın yürüyordu ve hiçbir şey söylemiyorlardı. Omzumun üstünden onlara baktım. Bana hiç bakmadılar. Sadece yere bakıyorlardı. Bir iki kelime söyleselerdi en azından diye düşündüm. Önüme dönüp yürümeye devam ettim. Üzerimdeki kıyafet, İstanbul'a geldim geleli ilk defa giydiğim bir kıyafetti. Bunun gibi ipek kıyafetleri en son memleketimde, Hollanda'da giymiştim. Tüylerimin ürperdiğini hissettim. Unut diye geçirdim içimden. Sen Hollandalı değilsin. İstanbul'a geldiğimden beri çok az konuşmuş, bol bol Osmanlıca öğrenmiş ve herkese binbir çeşit yalan söylemiştim. Ama aklımın ucuna hiç Osmanlı padişahı ile görüşeceğim gelmiyordu. Evinde kaldığım Yahudi kadının Osmanlı haremine haber verip, yaka paça beni bu saraya getirdiklerinde bile günün birinde sultan ile görüşeceğimi düşünmemiştim. Herkes padişahın gözünün şimdiki hasekisinden başka kimseyi görmediğini söylüyordu. Ama ben gizli gizli, bir gece, herkes uyuduktan sonra apar topar tanımadığım bir cariyeyi hazırlayıp padişahın karşısına götürdüklerine şahit olmuştum. Ardından cariye, hizmetlerinden dolayı ödüllendirilip, gözde koğuşuna alınmıştı. Zeyneb Haseki Sultan elbette nedenini biliyordu. Saraydaki diğer herkes gibi. Ama tek bir kelime dahi etmemişti o gün. Sadece kızı odasına cağırdığını söylemişti kalfalardan biri. Ardından kızı kimse görmedi. Ne padişah ne diğer kişiler o cariyenin peşine düştü.
O zamandan beri benimde bir gün onun gibi olma korkum başlamıştı. O cariye gibi. Belki de bir çuvala koyulup denize atılmıştı. Ya da idam edilmişti. Ya da kalfalarin deyişiyle; bir çiftçiyle evlendirilmişti. En son ki ihtimal kulağa en güzeli gibi gelse de, haremdeki herkes, bende dahil, o ihtimale pek inanmamıştık.
Ve şimdi, üç ay boyunca yüzünü görmediğim ve herkesin yakışıklılığından bahsettiği padişah, beni çağırıyordu. Ama sabahın en erken saatlerinde. Belki de Zeyneb Asime Haseki Sultan'in fark etmesini istemiyordu. Ya da diğer en kötü ihtimal, beni geri yollayacaktı.
Uzun bir sessizlik içinde altın duvarların arasından geçtikten sonra, kırmızı giymiş iki adamın durduğu kapıya geldik. Onlar da arkamdaki kalfalar gibi yere bakıyorlardı. Birinin göz ucuyla solumdaki kalfaya baktığını gördüm. Ardından bir şey demeden kapıyı çaldı. İçeriden sert bir gir sesi yükseldi. Sesi toktu ve içimi ısıtmıştı. Bir yandan da ürpertmişti çünkü karşımda nasıl bir padişahın duracağını az çok tahmin edebiliyordum. Kesin sert sert bakıyordu. Umursamaz biriydi belli ki. Kapıyı açan kırmızılı adam, içeriye girdi. Duyamadığım bir kaç şey söyledi. Ardından yine o tok ses kulaklarima ilişti, gelsin. Benim geldiğimden haberi vardi artık. Son kez üzerimdeki açık mavi ve kahverengi tonlarındaki elbiseyi düzelttim. Ardından koridorda başka ayak sesleri duydum. O yöne baktığımda bir çift yeşil göz beni süzüyordu. Yanında kucuk bir oğlan cocuğu vardı. Simsiyah gözleri ile bana bakıyordu oğlan cocuğu. Boyu uzundu ve teni buğdaydı. Aynı yanında duran yeşil gözlü, siyah saçlı kadın gibi. Bir kaç adım daha attıktan sonra kim olduğunu anlamıştım. Ellerimin titrediğini hissettim. Aman Tanrım, cellatımdı bu.
Zeyneb Asime Sultan.
Eğer beğeni ve istek gelirse devamını seve seve paylaşırım. Sadece desteğe ihtiyacım var. Şimdiden çok ama çok teşekkür ederim!! :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOPHIE (TAMAMLANDI)
Historical FictionBen Sophie De Jong. Hollanda'dan kaçıp Osmanlı Sarayı'na, Dördüncü Murad'a sığındım. Gençtim, masumdum, korkaktım. Sonra aşkı tattım, acıyı tattım, ölümü tattım. Eş oldum, anne oldum, kul oldum. Savaştım, yenildim, yendim. Ben artık eski Sophie De J...