"Dünya gözsüz de görülebilir.
Kulaklarınla seyret!"
-Shakespeare***
Mesajı okur okumaz kendimi sırt üstü bıraktım. Eğer bir yastığa sahip olsaydım kafamı yastığa gömebilirdim.
Çığlık atmak istedim ama sadece otuz iki diş sırıtmakla meşguldüm. Kendi etrafımda yuvarlanırken bir anda durdum. Kaç dakika olmuştu?
Ayağa kalkmaya çalıştım ama kafam çadırın tavanına vurdu. Çadırı yıkmamaya çalışarak kendimi hızla dışarıya attım ve saçıma, kıyafetime çekidüzen verdim. Onu dışarıda beklemek en iyisiydi.
Kafamı dışarı çıkarır çıkarmaz karşımda Demir'i görmeyi beklemiyordum. Şaşkın şaşkın çadırın kapısından Demir'e baktım. "Ne zaman geldin?" diye sordum kaşlarımı çatarak.
Aptal sevincimi dışarıdan anladıysa gerçekten çok utanırdım. "Şimdi," diye mırıldandığında bu hiç inandırıcı gelmedi.
Yine de usulca kendimi dışarı attım ve çadırın fermuarını çektim. "Gidebiliriz."
Hangi yoldan gideceğimizi bilmiyordum bu yüzden Demir'i takip ettim. Elinde küçük bir fener olması iyiydi çünkü ormanın içinde önümü görmekte zorlanıyordum.
"Neden çadırda yalnızdın?" diye sordu Demir. Yola odaklanmıştı.
"Aslında kamp ateşinden yeni dönmüştüm," diye mırıldandım. Kuru odun parçalarına ve küçük kayalara dikkat etmeye çalışıyordum. Düşüp, bir yerimi yaralamak en son isteyeceğim şeydi.
"Erken dönmüşsün." Demir önümüze çıkan iri bir odun parçasını kaldırıp, kenara koydu.
"Arkadaşım, biriyle orman keşfine çıktı." Bunu gözümü devirerek söylemiştim ama Demir görmedi.
"Yani, bizim gibi."
Duraksadım. Kötü bir bakış atmaya çalıştım ama bu Demir'e değil Merve'ydi. "Aynı şey değil. Bizim amaçlarımız farklı."
Demir arkasını dönüp bana baktı. "Dikkat et, düşebilirsin."
Daha sonra yoluna yürümeye devam etti. "Amacımın ne olduğunu nereden biliyorsun."
Yeni bir aydınlanma gelmiş gibi gözlerimi iri iri açtım. "Sahi, nereye gidiyoruz?" diye sordum. "Bu yol çok da güvenli değil gibi."
"Güvenli olmadığı doğru." Demir el fenerini kaldırıp ormanın içine doğru tuttu. Hafif sisli ve korkunç görünüyordu.
"O zaman neden bu yolu kullanıyoruz," dedim.
"Gideceğimiz yere başka bir yoldan gidilmiyor da ondan."
Aklımdan bin bir türlü düşünceler geçiyordu. Bir baykuşun tiz sesini duyduğumda gerildim. "Buraya çok kez birilerini getirdin sanırım," dedim ama der demez pişman olmuştum.
Ağzımı bir türlü tutamam benim hatamdı. Her düşündüğümü söylememeliydim, özellikle de liderlerin yanında.
Demir güldü. Cevap vermesini bekledim ama hiçbir şey demeden yoluna devam etti. Ben de tekrar konuşana kadar tek bir kelime dahi etmedim. Yaklaşık on dakika boyunca yürüdükten sonra ağaçların sıklığı azaldı ve düz bir ovaya doğru yürüdük.
Ağaçlar yüzünden hızı kesilen rüzgar, düz alana çıkınca saçlarını savurdu. Temiz hava yüzüme vurduğunda titredim. Hafif terlemiştim ve bu beni keyifli hissettirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fanus
ActionNice ölüler, nice ölümler gördüm. Çoğu çığlık çığlığa son bulurken, pek azı sessizce olup bitti. Bazılarının ruhu bedenden ayrılıp gökyüzüne süzüldü. Kimininse ruhu yaşayan bedeninde can verdi. Gördüğüm ilk ölüm değildi bu. Sonuncusu ise hiç değild...