Düşünceli düşünceli dolanırken. Bir köylü, Mark'a:
—Heyy. Pısst, evet sen koca kafalı. Bir elmas ister misin ? diye sordu. Mark, kardeşinin duymaması için sessizce konuştu.
—Ben koca kafalı değilim, koca burun. Tabi ki çok isterim. Hem sen elmas istediğimi nereden anladın ?
—Sizin gibi insanlar o mavi değersiz taşları almak için her şeyi yapıyorsunuz. Bana dört tane zümrüt getirirsen sana bir tane elmas veririm. Mark olur anlamında kafasını salladı ama hiç zümrüdü yoktu. Kardeşlerine:
—Ben biraz köyü dolaşacağım. Siz beni merak etmeyin, dedi ve başka bir köylünün yanına gidip:
—Dört zümrüt için ne istersin ? diye sordu.
—Bana seksen saman getir, karşılığında dört zümrüt al. Mark başka birine gidip seksen saman için ne istediğini sordu.
—Bana kırk dört tane kömür getir karşılığında seksen saman al. Mark, bu şekilde bir oraya bir buraya gidip köylülerin istedikleri şeyleri bulmaya çalıştı. Bu arada Luke ve Johnson köyde kalabilecekleri bir yer arıyordu.
Birkaç saatin ardından Mark yorgunluktan tükenmişti. Teyzelerinden kaleye giderken bile bu kadar yorulmamıştı. Zar zor bir köylüye daha sordu. İçinden "Bu köylü de bende olmayan bir şeyi isterse pes edeceğim" diye geçirdi. Köylü:
—Bana yirmi sekiz çürük et verirsen sana yedi balık verebilirim, dedi. Mark'ın yanında bir sürü çürük et vardı. O an çok mutlu oldu. Birden tüm yorgunluğu geçti ve köylüden balıkları alıp, balık isteyen köylüye ondan demir alıp, demir isteyen köylüye... koşturup durdu. Böyle geçen iki saatin ardından en sonunda elması almıştı. Mutluluktan gözleri yaşardı. Büyük bir zafer kazanmış gibi elması başının üzerine kaldırdı. Bunu gören bir silahtar kılıçları ile ilgileneceğini düşündüğü için yanına geldi.
—Büyük bir kahraman gibi duruyorsunuz saygı değer insan ? Övgüler Mark'ın göğsünü kabarttı. Büyük başarısını gururla anlattı.
—Elmas kılıç yapmak için elmas biriktiriyordum ve şimdi yapabileceğim. Silahtar işini biliyordu. Küçümseyerek:
—Sıradan bir elmas kılıçla mı savaşacaksınız ? Sizin gibi güçlü bir kahramana büyülü silahlar yakışır. Bana yirmi zümrüt gibi düşük bir ücret verirseniz size bu büyülü elmas kılıcı veririm, dedi. Zümrüt kelimesini duymak bile istemeyen Mark sert bir şekilde:
—Bir daha asla zümrüt arayışına çıkmam, diye cevabı yapıştırdı. Köylü insanları kandırmayı iyi bildiğinden zengin olmuştu. Zümrüde çok da ihtiyacı yoktu.
—O zaman bana üç taş balta, dört taş kılıç ve de demir bir kılıç ver. Karşılığında büyülü elmas kılıcı verebilirim... Köylü "Kabul ediyor musun ?" diyemeden istediği şeyler elindeydi. "Toza Çeviren" adını verdiği demir kılıcı bile hiç düşünmeden bırakmıştı. Elmas kılıçta ne büyüsü olduğunu bilmiyordu ama bu kadar pahalı olduğuna göre çok güçlü bir büyü olmalıydı. Kılıcı cebine koydu. İçini sevinç kaplamıştı. Koşarak kardeşlerinin yanına gitti. Yüzündeki mutluluğu gizlemeye çalışarak:
—Johnson, düşündüm taşındım ve büyü masasına daha çok ihtiyacımızın olduğunu düşündüm, dedi ve iki elması verdi. Johnson kardeşinin bu davranışına şaşırmıştı. Hem kardeşinin bir elması olmalıydı. İki elmas verdiğine göre bir şey saklıyordu. Elmasları cebine koyduktan sonra:
—Bende köyde gezerken bir köylü makul bir fiyata bana bu büyülü kazmayı verdi... Ama verdiğin elmaslar için sağ ol, dedi. Mark boşu boşuna elindeki elmaslardan olmuştu. Geri istese de artık çok geçti. Johnson:
—Verilen mal geri alınmaz, diyerek Mark'ı sakinleştirmeye çalıştı. Luke ise, her zaman ki gibi kardeşlerinin kavgasını seyredip tartışmaya girmiyordu. Yarım saat sonra hava karardı. Bir köy evinde geceyi geçirdiler. Sabah erkenden uyandılar. Dinlenmişlerdi. Köyün kafesinde, kaleden aldıkları yemekler ile ziyafet çektiler.
—Şimdi ne yapacağız ? Dedemizi bulmaya bu kadar yaklaşmışken vazgeçemeyiz.
—O köylü bir şey hatırlamış olabilir, gidip ona soralım. Üç kardeş, köyün yeni kütüphanecisine gitti. Kütüphaneci kardeşleri görünce, bu sefer daha net konuştu.
—Dedenizin aldığı şeyi söylerim ama zümrüt karşılığında. Johnson'ın cebinde bir zümrüt vardı. Onu gösterdi ama kütüphaneci için bir zümrüt yeterli değildi. Çok daha fazla istiyordu. O kadar zümrüdü asla bir araya getiremezlerdi.
—Başka bir şey versek olur mu ? Kütüphanecinin suratı sinsi bir hal aldı.
—Köyümüzde hiç iksir standı yok. Bana iksir standı yaparsanız... belki söyleyebilirim.
—Ama iksir standı için blaze çubuğu gerek. O da sadece Nether'da bulunur.
—Benim sorunum değil. Ya yüz zümrüt vereceksiniz ya da iksir standı. Hangisini seçiyorsunuz ? Kardeşler herkes gibi Nether'dan korkuyordu. Diğer yandan da orayı çok merak ediyorlardı. Oradan çıktıklarında cesur kahramanlar olarak anılacaklardı. Arada kaldılar. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Nether ne kadar cazip görünse de çok tehlikeliydi. Zümrüt seçeneğini düşündüler.
—Yüz zümrüt çok fazla o kadarıyla ne yapacaksın ? Kütüphaneci bir anda hayal alemine daldı. O kadar zümrüdü olduğunda kendine kocaman bir ev yaptırıp diğer tüm köylülere tepeden bakacak, köyün tartışmasız lideri olacaktı. Herkes onun istediklerini yapmak zorunda kalacaktı. Her gün en güzel yemekleri yiyip, dev gibi yataklarda uyuyacak, köyün golemini kendi özel koruması yapacaktı. Tabi bu sadece hayalden ibaretti. Johnson'ın aklına bir fikir geldi.
—O standı getireceğiz ama sen de bize karşılığında üç günlük yemek, bir de eşek vereceksin, dedi. Köylü bu kadar şeyi karşılayamazdı ama nasıl olsa Nether'dan sadece efsanelerdeki kahramanlar kurtulabilmişti. Üç çocuğun bunu başaramayacağına emindi. Bunlar da ölür hiçbir şey vermeme gerek kalmaz diye düşünüp kabul etti. Kardeşler kütüphaneden çıkıp kaldıkları eve gittiler. Luke şaşkın:
—Niye bir eşek istedin ve cidden Nether'a mı gideceğiz ? Bilinen en tehlikeli yer orası. Bizi öldürmek mi istiyorsun ! diyerek panikliyordu. Johnson:
—Son daha tehlikeli, bir de okyanus tapınakları, bir de zehirli örümceklerle dolu terk edilmiş madenler, diye kardeşini düzeltti. Mark elmas kılıcı alınca ekstra bir güven kazanmış:
—Ben hepsini alt ederim. Unuttunuz mu, ben dev iskeleti bile yendim. Bu sözler Luke'un paniğini azaltmamıştı. Genelde olaylara soğuk kanlı yaklaşırdı ama dedesinin anlattığı sonu hep kötü biten masalları düşününce, Nether'dan sağ çıkmayı hayal bile edemiyordu. Johnson:
—Ben tüm gerekli ekipmanları yapıyorum. Kesinlikle geri dönebileceğiz ve döndüğümüzde bizi kahraman olarak görecekler. Hem şövalyenin verdiği kitapta Nether hakkında bir sürü bilgi var. Nasıl gideceğimiz, nasıl canavarlarla karşılaşacağımız, canavarların korktuğu şeyler, gibi.
Luke ne kadar karşı da olsa kitaptaki bilgilere güvenmek zorundaydı. Yoksa zümrüdü toplarken dedeleri yetişemeyecekleri kadar uzağa gidebilirdi. Johnson Nether'ın nasıl bir yer olabileceğinin hayallerini kurarak, Luke tehlikeleri düşünerek, Mark ise hiçbir şey düşünmeden uyudu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİNECRAFT ÜÇ KARDEŞ - TEK KİTAP
Phiêu lưuSerinin düzenlenerek tek kitap haline getirilen versiyonu. Yazım hataları daha az, hikayede ufak değişiklikler var ve bölümler çok daha uzun. İkinci kitap sıfırdan tekrar yazıldı.