Johnson korkudan ne yapacağını bilemeyip çömeldi. Ona atılan oklar arkasındaki baltalı yağmacılara isabet etti. Artık aralarından kaçamazdı. Eline blok alıp çıkabileceği kadar yukarı çıktı. Baltalı yağmacılardan ve boynuzlu canavarlardan kurtulmuştu. Ama yaylı olanlar her an onu düşürebilirdi.
Kardeşler için endişelenip şatoyu izleyen Zek, Johnson'ın hâlini gördüğü gibi kardan adamları ile köprüye doğru koştu. Saldır emri vermesiyle kardan adamlar ellerinde oluşturdukları buz bloklarını yağmacıların üzerine yağdırdı. Yağmacılar da karşılık vermekte gecikmedi. Koşa koşa kardan adamlara saldırdılar. Fırsattan istifade eden Johnson kurtulmuştu. Kapıdan girdikten sonra arkasına dönüp baktığında yağmacıların öldüğünü ama iki witherın kardan adamlara doğru uçtuğunu gördü.
Karanlık koridorda koşup kardeşlerine yetişti. Kardeşlerinin her tarafı yara bere içinde kalmış, son kalan sinir bozanları öldürüyorlardı. Hepsi öldüğünde ortama bir sessizlik çöktü. Sadece rüzgârın şatonun duvarlarından eserken çıkardığı kısık korkunç uğultu sesi kalmıştı. Yemek yiyip dinlendikten sonra yürümeye devam ettiler.
Etrafa meşale koya koya zindan odasını aradılar. Yürürken koridorun duvarlarında iki karanlık yol belirdi. İlk sağ taraftakine gittiler. Biraz ilerledikten sonra mor ışıkla aydınlatılmış ışıl ışıl geniş bir odaya çıktılar. Odanın dört bir duvarı rengârenk portallarla kaplanmıştı. Ortadaki, ince işçilikten uzak, döner merdiven gözle görülemeyecek kadar yükseğe uzanıyordu. Üst üste dizilmiş binlerce portalla dünyanın her yerine anında ulaşabilirdiniz. Acaba hepsi köşesiz diyar gibi bambaşka yerlere mi açılıyordu ? Herobrine tüm diyarlara aynı anda hükmetmek için mi yapmıştı bu portalları ? Düşüncesi bile akıllara durgunluk vericiydi. Portalların arkasında neler olduğunu merak etseler de Herobrine fark eder korkusuyla hiçbir şeye dokunmak istemiyorlardı. Ayrıca portallardan geri dönememe ihtimalleri de vardı aynı köşesiz diyarda mahsur kaldıkları gibi. Portallara son bir kez hayranlıkla baktıktan sonra odadan çıktılar. Bir an önce zindanı bulup buradan çıkmak istiyorlardı.
Koridora çıktıklarında tüm şatonun ince işçilik eseri detaylardan uzak çok kaba bir yapısı olduğunu fark ettiler. Sanki biri özenle yapmamış da sade yapıp uğraşmayalım demiş gibi...
Diğer yol da portal odası gibi bir odaya çıktı. Ama bunda portalların olduğu yerde canavar yaratıcıları vardı. Hayatlarında görüp görmedikleri binbir çeşit canlı demir parmaklıklar arkasına hapsedilmişti. Parmaklık ardındaki canavarlar her an kafeslerinden kurtulup üzerlerine atılabilir gibi hissettiklerinden bu odada çok durmadan ilerlemeye devam ettiler.
Arada bir büyücü ve yağmacılarla karşılaşıp onları öldürüyorlardı. Herobrine'ın Şatosu'nun içinin çok daha iyi korunacağını hayal etmişlerdi. Karşılarına çıkan herkesi yenmek onlara cesaret vermiş, üzerlerindeki gerginliği biraz azaltmıştı.
Tekrardan iki taraflarında yol belirdi. İlk girdikleri oda tamamen karanlıktı. İçeriden tanıyamadıkları canavarların inlemeleri duyuluyordu. Odaya adımlarını attıklarında duvarların kenarlarında mavi alevler bir bir yanarak odayı aydınlattı. Bir tribündeydiler. Ortada çember bir arena; içinde dev canavarlar birbirleri ile dövüşüyordu. Wither, her tarafında gözler olan iri bir enderman, göğsündeki kemikler görünen kör siyah bir canavar, kafası çiçekten yapılma üzeri yeşillik kaplı gözleme benzer bir canavar... Birbirlerine öldüresiye saldırıyorlardı. Neden dövüştüklerini bilmiyorlardı ama aralarında olmak istemezlerdi. Güvenli bir mesafeden izlemeye devam ettiler. Bu oda diğerlerinden daha büyüktü. Gözden hiçbir şey kaçırmak istemiyorlardı. Belki insanları arenanın girişinde ya da tavanda bir yerde hapis duruyor olabilirdi. Zindan aramak yerine oturmuş canavarların dövüşünü izleyen Mark elindeki balkabaklı turtayı ağzına götürüp:
—Bu canavarlar da amma güçsüzmüş, iki saattir bir witherı öldüremediler. Johnson kafasını çevirip canavarlara baktığında yaralarının hızla kapandığını fark etti. Onlara yenilenme efekti vererek sonsuza dek dövüşmelerini sağlamış. "Canavar da olsalar nasıl biri böylesine bir işkence yapar..." diye içinden geçirdi.
—Burada değiller hadi diğer yola bakalım.
Çıkıp diğer yola girdiler. Bu da az önceki oda kadar büyüktü. İçinde bir canavar bile yoktu. Onun yerine içi tuzaklar, kesici aletler ve ne işe yaradığını bilmedikleri kızıltaş sistemleriyle doluydu. Büyük ihtimalle burası işkence odasıydı. Tuzaklar hiç kullanılmamış gibi duruyordu ama sırf varlıkları bile içlerine korku salmaya yetiyordu. Odadaki sessizlikten burada kimse olmadığı belliydi. Bu odada da değillerdi. Koridorun beyaz ışık saçan sonuna çok yaklaşmışlardı. Acaba taht odasında mı hapis tutuyordu onları diye şüphelenmeye başlamışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİNECRAFT ÜÇ KARDEŞ - TEK KİTAP
PertualanganSerinin düzenlenerek tek kitap haline getirilen versiyonu. Yazım hataları daha az, hikayede ufak değişiklikler var ve bölümler çok daha uzun. İkinci kitap sıfırdan tekrar yazıldı.