Konuşup başlarına gelen her şeyi anlattılar. Johnson kardeşini avutup bir yandan da böylesine tehlikeli bir işe kalkıştığı için azarladı. Bir daha ayrılmayacaklarına söz verdiler. Sonra beraber ne yapacaklarını konuştular.
—Niye geri dönmüyoruz ? Bıktım artık bu berbat diyardan.
—Johnson, geri dönmenin başka yolu yok mu?
—Bilmiyorum. Dedemin bu diyar hakkında okuduğu kitabı ben okumadım. Buraya geldiğimizden beri düşünüyorum ama başka bir yol aklıma gelmiyor.
—Başka yol bulamıyorsan normal yoldan girelim, dedi Mark alaycı bir ses tonuyla.
—Johnson yazıyı hatırlamadan olmaz.
—Ne yazısı ?
—Kendi diyarımıza dönmemizi sağlayacak olan, dedemizin yanlış gittiğimiz portalda yazdığı yazı.
—Overworld mü ? Kardeşleri bir an duraksadı. Johnson yerinden fırlayıp:
—Hatırladım ! Overworld'dü. diye bağırdı.
—Dur bi, sen başından beri bunu biliyor muydun ?
—Ve bize söylemedin.
—Nee, siz bilmiyor muydunuz ?
—Portalın yanında o kadar konuştuk, niye bir şey söylemedin ?!
—Kendi aranızda konuşuyordunuz. Bana sormadınız. Johnson kardeşinin omzuna yumruğu yapıştırdı.
—Her lafa atılmayı biliyorsun ve atılman gereken tek lafa atılmıyor musun ? Mark hemen dikkatleri üzerinden çekmek için:
—Demek geri dönebiliyoruz. Hemen portala gidelim ! diye bağırdı. Başlarındaki polislerin sessiz ol uyarılarına kulak verip sesini alçaltsa da sürekli konuşup kardeşlerinin onu suçlamasına fırsat vermedi. Geri döndüklerinde neleri yapmak istediğinden, neleri özlediğinden konuşmaya başladı. Johnson onu susturup kısık sesle:
—Önce buradan çıkmamız gerek, dedi. Kafalarını koridorun köşesinden çıkarıp çıkış aradılar. Polis karakolu iyice kalabalıklaşmış. Her tarafta insanlar dertlerini anlatıyor, karşılarındaki memurlar da bıkkın bir edayla onları dinliyorlardı. Giriş kapısına baktıklarında içeri giren Leonard'ın sert bakışları ile karşı karşıya kaldılar.
—Hey, Tim'in babası... Mark, açığa çıkmış, ona el sallıyordu. Luke hızla kardeşini yakasından çekiştirdi.
—O şehrin güvenliğini sağlayan savaşçılardan biri. Bütün bu kargaşaya neden olduğumuzu söylersek bize yardım etmez.
—Biz de söylemeyiz.
—Luke haklı. Şehrin savaşçıları bizi buraya getirdi. Bizim çıkmamıza izin vermez. O sırada televizyondaki haberlere dalmış polislere:
—Buranın başka çıkışı var mı ? diye sordular. Polisler gözünü televizyondan ayırmadan:
—Sadece ön kapı var. Sakın bir yere ayrılmayın. Hâlâ şüphelisiniz, dedi. Johnson haklı olduğunun ispatlanmasının getirdiği gururla göğsünü şişirdi. Ön çıkıştan çıkılamayacağına hem fikir olduklarından başka bir yol aradılar.
Gidilebilecek tek yer üst kata çıkan merdivenlerdi. Ne yapacaklarını bilmeden üst kata çıktılar. Üst katta bir polis üzerlerine doğru geliyordu. Göz hizasını aşacak kadar kağıt yığını taşıdığından kardeşleri daha görmemişti. Buldukları ilk odaya saklandılar. Kapıyı kapatıp etraflarına baktılar. Burası bir sürü kağıdın ve karton kutunun bulunduğu, tozlu karanlık bir odaydı. Mark'ın baltası ve çantaları buradaydı. Gerçi baltayı şeffaf bir şeyin içine koyduklarından zar zor tutuluyordu. Raflarda ilginç şeylerde vardı. Johnson siyah biçimsiz bir şeyi hatıra olsun diye yanına aldı. Tüm polislerde vardı aynından. Değerli bir şey olmalıydı. Odada küçük bir pencere vardı. Camı açıp dışarı baktıklarında daha önce hiç görmedikleri kadar büyük bir insan topluluğu ile karşılaştılar. Hepsi birbirinden ilginç bir sürü insan. Hepsi bağırış çağırış içinde bir şeyler söylemeye çalışıyor ama sonuç olarak anlaşılmaz bir gürültü çıkıyordu.
İkinci kattaydılar. Yerden bayağı yukarıdaydı. Çaresizce ne yapacaklarını düşündüler. Koridordan polislerin sesleri geliyordu. Onları arıyorlardı. Mark:
—Aşağı atlayalım, dedi. Luke:
—Olmaz. Canımız çok yanar, dese de fikir Johnson'ın da aklına gelen tek fikirdi.
—Kapıdan çıkamayız. Polisleri atlatsak bile bunca insanın arasından geçmemiz gerek. Tek yol atlayıp kalabalığın yanından koşarak geçmek. Canımız yanarsa da yemek yer.. Sözünü kapıyı açmaya çalışan polisler kesmişti. Mark hemen kapıya dayanıp onları engellemeye çalıştı.
Paniklemişlerdi. Acil karar vermeliydiler.
—Ayağımızı incitirsek kaçamayız. Johnson bu öneriye karşılık gözünü karton kutulara çevirdi.
—Bunlar blok gibi gözüküyor. Bu diyardaki her şey gibi aşağı düşüyor olmalılar. Eğer camdan aşağı atarsak kendimize bir merdiven yapabiliriz. Luke ile hızla camdan kutuları attılar.
Bu sırada dışarıdaki tüm kameralar onlara çevrilmişti.
—Evet sayın seyirciler. Şuanda polis karakolunda çok ilginç bir olay yaşanıyor. İki gencin tüm belgeleri camdan aşağı attığına şahit oluyoruz. Kalabalıktan bazı insanların belgeleri kaçırmaya çalıştığı görünüyor. Hali hazırda polisin bir şeyler sakladığına inanan bir sürü insan bulunmaktaydı. Ama kimsenin böyle bir şeye kalkışacağı beklenmiyordu. Gençlerin oraya nasıl girdiğine ve polislerin neden engel olmadığına dair bir bilgimiz yok.
Kutular planladıkları gibi düz düşmüyor, üzerine çıkabilecekleri yüksekliğe gelmiyorlardı. Ayrıca bir sürü insan camın altına toplanmıştı. Polisler kapıyı iyice zorluyor, Mark güçlükle tutabiliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİNECRAFT ÜÇ KARDEŞ - TEK KİTAP
AventuraSerinin düzenlenerek tek kitap haline getirilen versiyonu. Yazım hataları daha az, hikayede ufak değişiklikler var ve bölümler çok daha uzun. İkinci kitap sıfırdan tekrar yazıldı.