Kardeşler korkudan ellerini havaya kaldırdılar. Mark diliyle suratındaki turta parçalarını yalıyordu. Adamın suratı gözükmese de kızgın olduğu belliydi.
—Çekin o pis ellerinizi benim bal kabaklarımdan hırsızlar. Luke kardeşlerinden önce davranıp:
—Dedemiz John için geldik, biz hırsız değiliz, dedi. Adam kardeşlere doğrulttuğu kılıcı aşağı indirdi. Kafasındaki bal kabağını çıkarıp cebine koydu. Soluk gri sakallı, kambur biriydi.
—John mu dediniz ? diyerek onaylatmak istedi. John küçük çocukların geleceğini söylemişti ama bu kadar çabuk beklemiyordu. Kardeşler başıyla onaylayınca:
—Dedeniz buradaydı... Bir gün mü olduydu... Bir ay mıydı... hatırlayamıyorum. Burada günler nasıl geçiyor hiç anlaşılmıyor. Kardeşler bir gün lafını duyduğu gibi sevinse de hevesleri kursaklarında kalmıştı.
—Şöyle ateşin başına geçin üşüteceksiniz.
—Siz şövalye Zek misiniz ?
—Evvet ta kendisi, diye onayladı. Aradıkları kişiyi bulmuşlardı. Şimdi bu şövalye onlara bir kitap vermeli ve gidecekleri yeni yeri öğrenmeliydiler. Konuya hemen girmediler. Akşam akşam yola devam edemezlerdi. Bir iki gün dinlenmenin sakıncası olmazdı.
—John'un bahsettiği çocuklarsanız isimlerinizi söyleyin bakıyım, diye çıkıştı. Kardeşler isimlerini söyleyince:
—Ah, isimleriniz öyle bir şey olmalıydı galiba. John gittikten sonra unutmuştum. Hafızamın kusuruna bakmayın, dedi.
—Beni izleyin. Size kaleyi gezdireyim. Kardeşler onu takip etti. Her tarafta dolaşan kardan adamlar yüzünden bütün zemin karla kaplanmıştı. Kalenin içi de doğal olarak soğuktu. Ama Zek buna aldırmıyor gibiydi. Her kardan adamın suratını farklı oymuş onlara isim vermişti. Yanlarından geçerken isimleri ile hitap ediyor, onlar insanmış gibi davranıyordu.
—Bu kalede hiç başka biri yaşamıyor mu ? diye sesli düşündü Mark. Zek hemen:
—Biz varız ya, dedi ve kardan adamlarını gösterdi. Bu arda siz buraya nasıl girdiniz ? diye de ekledi.
—Aşağıdaki bir gölün içinde kapı bulduk. Gizli bir giriş olmalı.
—Öyle bir giriş olduğunu bile unutmuşum. En az elli yıl öncesinden kalmış olmalı... Yıllarca aynı yerde yaşayınca insan sıkılıp yapacak bir şey arıyor. Gizli geçit yapmayı bana dedeniz öğretmişti. Ben de sıkıldıkça gizli yerler yapıyorum.
—Dedemizle ne zaman tanıştınız ?
—Bir asırdan fazla olmuştur. Kardeşler aynı anda
—Vay ! dedi. Bir asır hayal edemedikleri kadar uzun bir süreydi.
—Kaç yaşındasınız ?
—İki yüzden sonra saymayı bıraktım. Benim yaşıma geldiğinizde yılların pek de önemi kalmıyor. Konuşurlarken bir yandan da odaları geziyorlardı. Misafir odası, kar odası, barut odası, bal kabağı odası... Kalede çok oda olmalıydı ki gez gez bitmiyordu. Yirminci misafir odası, bal kabağı tohumu odası ve bitti. Aslında gezdirmediği birkaç yer ve gizli geçitler vardı ama her misafirin gezebileceği yerleri gezmişlerdi.
—Kalenin etrafında keçi bile görmedik. Kaleyi nasıl tek başına savunabiliyorsun ? Yani... şey, kardan adamlar kimseyi öldüremez.
—Bu kardan adamlar mı ? Onlar daha çok ayak işlerine bakıyor. Asıl savaşanlar mahzende.
—Savaşanlar mı ? Zek heyecanla:
—Evet, benim kendi özel tasarımım kardan adamlarım var. Onlar güçlü. Canavarları kolaylıkla alt edebiliyor, dedi. Kendi ürettiği kardan adamları başkalarına gösterirken hep heyecanlanırdı. Kardeşleri mahzene doğru götürdü.
—Onları niye mahzende tutuyorsun, kaleyi savunmaları gerekmiyor mu ?
—Hiç sıkıntı olmuyor. Buralar çok ıssız. Aslında surlarda bekliyorlardı ama bu hafta onlar izinli.
—Golemlerin izin günleri mi var ?
—Yedi yirmi dört onları çalıştıramazdım ya.
—Ama onlar golem, yorulmazlar. Zek kafasına bal kabağını geçirdi. Mahzenin kapısını açarken:
—Çok ayıp. Onların da duyguları var. Sakın onların yanında böyle konuşmayın, dedi. Adam kafayı golemlerle iyice bozmuş. Teyzeleri belki de haklıdır.
Koca mahzen kapısı aşağı inerek açıldı. İçerisi çok genişti. Bir tek cam bile yoktu. Tepedeki bir lamba ile aydınlatılıyordu. Çok aydınlık değildi. Zemin bir metre karla kaplıydı. Burası koridorlardan daha soğuktu. Hatta dışarıdan bile soğuktu. Küçük bir merdivenden inip kardan adamların durduğu seviyeye geldiler. Üç kardeş aynı anda:
—Vaav. Bu canavarları ömrümde ilk defa görüyorum !!! diye bağırdı. Normal kardan adamlardan iki üç kat büyüklerdi. Kocaman kolları ile buz küplerini etrafa fırlatıp oyun oynuyorlardı. Kardeşlerin gelmesiyle bal kabağı suratları onlara çevrildi. Kardeşler biraz korktu ama Zek:
—Merak etmeyin. Onlar sadece canavarlara saldırır, demesiyle korkuları geçti. Bir kardan adam yavaşça Mark'ın yanına gelip dürttü.
—Korkma merak ettiği için sana dokunuyor. Biraz fazla meraklılar. Mark kardeşlerine hava atmak için:
—Korkmak mı ? Ben mi ? gibi şeyler söyledi. Kardan adam onu ayağından tutup havaya kaldırdı. Mark'ın suratı ciddi:
—Bakın korkmuyorum, dedi. Kardan adam onu aşağı yukarı salladı. Mark'ın başı zemindeki karlara çarpıp dururken cebinden köylüden aldığı elmas düştü.
—Hey ! O bana doğum günümde verdiğin elmas değil mi ? Mark başının dönmesinden Johnson'ın ne dediğini anlamadı. Arkadaşının yaptığı şey başka kardan adamın hoşuna gitmişti. O da Luke'u ters çevirip salladı. Ama ondan elmas gibi şeyler düşmüyordu. Onun cebinden oklar düştü. Okların hepsi birer birer kardan adamın suratına çarptı. Canı acıyan kardan adam, Luke'u yere fırlatıp elinde bir buz bloğu oluşturdu. Sonra da düşen tüm okları buzla parçaladı. Luke oklarına olanları görünce:
—HAAAYIIIR !!! diye bağırdı. Johnson elmasını almadan kardeşinin yanına koştu. Kardan adamlar bağırıştan korkup geri çekildi. Çok güçlü görünseler de bir insanı incitmekten korkuyorlardı. Mark başının dönmesini etkisiyle sendeliyordu. Başındaki dönme geçince çaktırmadan elması cebine attı. Luke nefesi kesilmiş, ağzı açık bir şey söylemeden yere çökmüştü. Zek korkmuş ve mahcup bir sesle:
—Çok özür dilerim. Böyle yapmak istemediler. Sadece oyun oynuyorlardı. Çok üzgünüm, diye affettirmeye çalıştı. Kardan adamlar, kabak kafalarının içinden buz kristali şeklinde ağladı. Luke dakikalarca ağladı. Nadiren böyle ağlardı. Kardeşleri Luke'un ne kadar üzüldüğünü görebiliyordu. Johnson, Mark'a:
—Git kardeşin için ok yap ya da iskelet öldürüp onlardan çıkan okları topla, dedi. Mark arkasındaki taşa yaslanarak:
—Niye uğraşayım ki ? Okları kıranlar ok toplasın, dedi. Kardan adamlar Mark'ı ciddiye alıp mahzenden koşarak çıktı. Şövalye Zek'in gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Kızgın bir sesle:
—Sen ne dedin ?!! diye bağırdı.
—Onlar şakayı, mecaz anlamı ve abartıyı anlamazlar. Emri duyup iskelet avlamaya gittiler. Gel benimle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİNECRAFT ÜÇ KARDEŞ - TEK KİTAP
AventuraSerinin düzenlenerek tek kitap haline getirilen versiyonu. Yazım hataları daha az, hikayede ufak değişiklikler var ve bölümler çok daha uzun. İkinci kitap sıfırdan tekrar yazıldı.