3. Karanlık -5

2 0 0
                                    

Canavarlara görünmeden sıyrılmaya çalışıyorlardı. Ne kadar canavarları yenebilecek güçte de olsalar, canavarlar her zamankinden daha güçlüydü ve dedeleri bu haldeyken olası bir risk almamaları gerekiyordu.

Sorun çıkmadan köyü terk ettiler. Yolda şarjlı creeperlar, gözlerine bakmadıkları halde öfkeyle etrafta ışınlanan endermanler ve görünmez örümcekler onları zorlasa da bir şekilde hayatta kalmayı başarabilmişlerdi. Dedenin ayağında iplerle yürümeye alışması da onlara epey yardımcı olmuştu. Köyden ayrıldıklarından beri dede üç kez kontrolünü kaybetti. Her seferinde kendine gelmesi daha uzun sürüyordu. Sadece bir seferinde ipleri koparmayı başarmış, kardeşlere zor anlar yaşatmıştı. Ama onun dışında ipler işe yarıyordu. Hiç gündüz olmadığından belirli aralıklarla kamp kuruyor nöbet tutarak uyuyorlardı. Üçüncü kamplarını bir bataklık ağacının üzerinde kurmuşlardı. Canavarların ulaşamadığı bu yerde sakince dinleniyorlardı.

Johnson kamp ateşi yakıp tuttukları balıkları ısıtıyordu. İçlerine bir anlık huzur ve sakinlik gelmişti. Ama her zaman olduğu gibi bu huzurlu anları bölünmüştü. Garip tiz bir ses. Gökten geliyordu. Yoksa bu intikam arayan ender ejderhası mıydı? Ardından gördükleri şey karşısında "Keşke ejderha olsaydı." diye dilediler.

Bu daha önce hiç görmedikleri bir canavardı. Nasıl tanımlayacaklarını bile bilmiyorlardı. Lacivert derisi, ince basık vücudu, yırtık kanatları, parlak yeşil gözleri ile korkunç görünümlü bir canavar. Kanatları on beş blok genişliğinde dev canavar diklemesine kardeşlere doğru dalıyordu. Kılıçla nasıl karşılık vereceklerini bilemiyorlardı.

Johnson gözünü korkudan kapamış, iki elindeki kılıçları havaya savurup duruyordu. Güçlü bir savaşçıdan çok savaşmayı bilmeyen bir çocuk gibi görünüyordu. Kardeşleri de ona benzer hareketler ile üzerlerine dalan uçan canavarı savuşturdular.

Gökyüzüne geri dönüp bir daha dalışa geçti. Çok büyük olduğundan salladıkları kılıçlar kolayca isabet ediyordu ama yandan dalan küçük bir tanesi Mark'ın bacağını ısırdı. Mark'ın gözler fal taşı gibi açılmış acıyla bağırıyordu. Kardeşleri onu kurtarsa da o canavarın zehirli salyasından etkilenmişti. Birkaç gün etkisini gösterecek uykusuzluk hastalığına yakalanmıştı.

Korktukları kadar zorlu olmamıştı. Sürekli saldırı menzillerinden çıkıp, hırıldayan insan sesi gibi sesleri ile sinirlerini bozmaktan başka bir şey yapamıyordu. Uçan canavarları öldürdükten sonra birinden beyaz bir şey düştü. Luke merakla eline aldı.

—Bu şey beyne benziyor. Iyy.

Yemeklerini yedikten sonra yatak koyup uyudular. Nöbet sırası Mark'taydı. Uykusu hiç olmadığından zorlanmıyordu. Yalnız başına kalınca pek sık yapmadığı bir şeyi yapmaya başladı. Düşünmek. Normalde nöbeti devretmesi gerekiyordu ama düşüncelere dalmış unutmuştu. Birkaç saat sonra Luke uyandı. Kardeşini düşünceli düşünceli kamp ateşine bakarken görünce onun için biraz endişelendi.

—Acaba tavşan ölesiye kadar daha neler neler göreceğiz, dedi ve yanına oturdu. Herobrine'nın kendisi hakkında konuştuklarını anlamaması için böyle bir yol bulmuşlardı. Kardeşinden ses çıkmayınca konuşmayı doğrudan açmaya karar verdi.

—Bir derdin mi var ? Mark gözünü ateşten ayırmadan buruk bir sesle:

—Herkesi koruyabileceğimi sanırdım, dedi. Dedemi her öyle gördüğümde ne kadar zayıf olduğumu anlıyorum. Eğer tavşanı yenecek güçte olsam ben de dedemin dönüştüğü gibi dönüşecektim.

—Biz hep beraber güçlüyüz. Dönüşseydin bizi yalnız bırakacaktın. Sensiz köyden bile sağ salim çıkamazdık.

—Dedem ilk kez dönüştüğünde sizi koruyamadım. Çok acizim. Ben olmasam teyzemizin evi patlamaz, Zek'in kardan adamları kaçmaz, ejder yumurtasını kaybetmezdik. Sorundan başka bir şeye yol açmıyorum. Bunları söylerken sesi çatallanmaya, gözünden yaşlar dökülmeye başlamıştı.

Luke o an kardeşinin ne kadar eski konuları bile içine atıp kendine dert ettiğini fark etti. Diyecek söz bulamayıp ona sıkıca sarıldı.

—Bizi kurtardığın onca olayı unutma. Sen dev iskeleti yenen, ejder avcısı Mark'sın. Eskiden tüm canavarlara kafa tutabilen Mark, Herobrine'dan sonra bir creeperdan bile kaçmak zorunda kalıyordu. Özgüveni zedelenmişti. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

—Çok korkuyorum.

MİNECRAFT ÜÇ KARDEŞ - TEK KİTAPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin